19 Haz 2012

neye niyet.. neye kısmet miş...



1860’lı yıllarda Osmanlı Padişahı Abdülaziz, Fransız heykeltıraş Frederic Auguste Bartholdi’ye, Kzıldeniz ile Akdeniz’in birleştiği noktaya koymak üzere, bir heykel ısmarlar ve peşinatını da çil çil Osmanlı altınlarıyal öder..

Mısır, Osmanlı İmparatorluğu yönetimindedir ve Hıdıv’i Said Paşa, Süveyş kanalının inşası için bir anlaşma imzalamıştır. Heykeli, Süveyş Kanalındaki Port Said limanı girişine koymayı planlamıştır Osmanlı…

Heykel bakır ve çelikten yapılır. Boyu tam  93 metredir.  Firavunlar zamanının giysileri içerisinde bir kadın elindeAsya’nın ışığının Mısır’dan geldiğini sembolize eden bir meşale tutmaktadır.


Ancak, Kavalalı soyundan gelen Hidiv İsmail Paşa, bu heykelin planlandığı yere konulması halinde yerel halkın huzursuzluk çıkartacağını düşünür… Osmanlı da hak vermiş ki, heykelden vaz geçer…

Fransız heykeltıraş Frederic Auguste Bartholdi heykeli Paris’te bir depoya kaldırır.

Aradan yıllar geçer.. Tam 20 yıl…
Fransız hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri’ne bir jest yapmak ister… dostluklarını göstermek için… ve kime giderler dersiniz? Elbette büyük üstat Bartoldi’ye… ABD’nin 100 üncü yılı için bir hediye vermek istediklerini anlatırlar…

Bartholdi, Gustave  Eiffel  (Eiffel kulesinin mühendisi) ile beraber, depodan bizim Osmanlı için yaptığı firavun kıyafetli kadın heykelini çıkartır…

Orasına burasına biraz esteteik ameliyatı, biraz makyaj yaparak, kendilerine model ettikleri dönemin ünlü güzeli, Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac sSinger’in dul eşi Isabelle Eugiene Boyer’e benzetirler.. (Anlayacağınız o günlerde, ünlülere benzemek için yapılan estetik ameliyatları heykellerde deniyorlarmış…)


1884 yılında, esteteik ameliyatları ve makyajı bitmiş, cildi yepyeni olmuş olan kadın heykelimizi, bundan böyle yaşayacağı New York’a götürmek gerekiyor… Nasıl yapacaklar?

1 yıl düşünmüşler uğraşmışlar ve sonunda 350 parçaya bölmüşler, 214 sandığa özenle yerleştirmişler… gemilere yüklemişler ve böylece kadınımız Mısır’a gitmeye niyetliylken 20 yıl sonra kendisini New York’ta bulur…

Atalarımız ne demiş..?
Gelin ata binmiş ‘ya nasip’ demiş.. di mi…?

New York’a geldikten sonra, bir organ birleştirme ameliyatı gerekiyor elbette… Liberty adasında 4 ay ameliyat ile uğraşmışlar.. dikiş izlerinin geçmesini beklemişler… falan…

Ve nihayet 28 Ekim 1886 tarihinde,  Liberty adasında kızımızı sosyeteye tanıtabilmişler… binlerce kişi kzımızı görmeye gelmiş… 

(Merak ettim, Osmanlı artığı bu.. bakire değildir… diye hiç mi düşünmemişler? Yoksa… estetik ameliyaları başarılı olduğundan, o zamanlar internet falan da olmadığından yutmuşlar da sonradan artık ailemizin namusudur diye mi tutmuşlar?.. her neyse şimdi ben yine konuya döneyim…)

Kızımızı gören sosyete bir vurulur ki kızımıza.. anlatamam.. Üstatlar da bir güzel yapmışlar kızımızı sormayın gitsin…  Kızımızın o görüntüsünü anlatayım size…


Kızımızın, sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet tutar.. Tabetin üzerinde, Bağımsızlık Bildirgesi tarihi olan  4 Temmuz 1776 yazar.  Kızımızın başındaki tacın 7 tane sivri ucu 7 kıtayı ve 7 denizi sembolize eder. Kızımızın kendi boyu 46 metredir ama kaidesi ile beraber tam 93 metre olur..

Kızımızın elindeki meşaleye kadar 168 basamak vardır..  Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada dolaşabilir. Heykelin başının genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metredir.

Kızımız yıllar geçtikçe şarap gibi güzelleşmiş ve öylesine ünlenmiştir ki… ozanlar şarkılar düzmüştür yıllarca… ve 98 yaşındayken yani 1984 yılında UNESCO kızımızı Dünya Kültür Mirası Listesi’ne almıştır…

Bu arada kızımız öyle tek başına bakire hayatı yaşadı sanmayın…
Hepsi kız olmak üzere bir sürü çocuk doğurmuş, onlar da doğurmuşlar.... kendisi kadar meşhur olamamışlar ama uzun ömürlü olmuşlar… bir tanesi Paris’te Atlas Okyanusu’na bakan bir tepede, diğeri Osaka’da, bir diğeri, Priştina’da, bir diğeri Pekin’de, bir diğer kızı Nevada’da, Güney Dakota’da, Borddeux’da ve Poitier’de falan yaşıyorlar….

İlk sosyeteye tanıştırıldığı 1886 yılından beri Amerika’nın ve özgürlüklerin simgesi haline gelmiş
olan bu kızmız niye bugün bu aklıma düştü bilir misiniz?

Tam bugün…19 Haziran 1885 tarihinde kızımız New York’a sandıklar içerisinde parçalanmış halde ayak basmış…

Eğer ilk niyetlendiği Mısır ile evlenmiş olsaydı ne durumda olurdu diye takıldı kafama??? Ya Mısır'a gelin gideydi de..ya Hidiv İsmail Paşa haklı çıkaydı??? Ama,  belki de Hidiv İsmail Paşa haklı çıkmayacaktı... New York'lular gibi hayran kalacaklardı ? Belki de...

'Sussana artık, her işte bir hayır var'  der gibi bakmıyor mu?


16 yorum:

  1. Mısıra gelin gitseydi karşılaşabileceği muhtemel durumlardan biri şu olurdu galiba :)

    - Kaldırın şu ucubeyi buradan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. .) buyuk ihtimal... ama dusunebiliyorr musun bir de sevip tapınsalardı.. kaç tane cocuk olurdu...????!!!

      Sil
    2. Resim ve heykel sanatı ile ilgili böyle ilginç yaşanmışlıklar hep olmuştur. Neyse ki bu dünyanın en ünlü hanımefendisinin başına çok daha kötü bir şeyler gelmemiş.

      Sil
    3. amerikaya gittiği iyi olmuş.. Üzerine kamyon yazıları yazarlardı.
      (81-1, Ayşem, Malatyalı, 1975) gibi :)

      Sil
    4. alemsin.. ama çok mümkün..:)))

      Sil
  2. Sabah sabah bayıldım bu yazıya. Konunun ilginçliği kadar anlatımın da çok güzel olmuş.

    Demek Hürriyet Anıtında da Türklerin parmağı var :)))) Tarih ne ayrıntılarla dolu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler.. bizim bir türlü ucundan bir yerinden bulaşmadık bir şey var mıdır dünyada?

      Sil
  3. çok ilginç.. böyle bir hikayesi varmış demekki. ilk defa duydum. teşekkürler dayatılan. blogunuzdan yeni şeyler öğreniyoruz.
    Mısırda kalsaydı büyük olasılıkla parçalanırdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bence de çoktan değerini kaybetmiş olurdu parçalanmamış bile olsa..

      beraberce öğreniyoruz..:)

      Sil
  4. Sanki böyle bir şey duymuştum fakat çokta ayrıntılı bilgim yoktu. gerçekten de neye niyet neye kısmet olmuş :)

    YanıtlaSil
  5. Mısır'da olsaydı bu günleri göremezdi sanırım. Ama ona o kadar altın harcayıp bir başkasına verilmesi biraz sinirime dokunuyor.. Neyse bu gerçeği olabildiğince yaymaya çalışıyordum ben de, bu post şahane olmuş :) Taa Amerikalarda bize ait bir şeyler var düşüncesi sinirlerimi yatıştırıyor neyse ki :)

    YanıtlaSil
  6. eeee depozitler iade edilmezmiş...hem düşünebiliyormusun koskoca Osmanlı için yapıyorum diye bir eser yaratıp sonra da elinde kalmasının bedeli olabilir mi o deposit.. hele de boyle bir sanatın bedeli olabilir mi?

    bizim atalarımız sayesinde ortaya çıkmış ve yine onlar sayesinde depolara atılmış.. ve biz torunlar ne diyoruz? eğer mısır'da olsaydı bu durumda olmazdı...

    yani...diyoruz...? sanat ve sanatçıya biz değer vermeyiz mi? yoksa..?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Atalarımız eskiden beri sanata ve sanatçıya önem vermiştir benim bildiğim.. Bilemiyorum ama bir anda şöyle düşündüm: Sanırım sanatın ve sanatçının değeri iş işten geçtikten sonra biliniyor, öyle olageldi öyle devam edecek gibi..

      Sil
    2. sanatçının değeri.. haklısın hep geç anlaşılıyor..:)

      Sil

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...