Dün 1 Mayıs kutlandı...
Can sıkıcı bazı olayların araya girmesine rağmen güzelliklerin bol olduğu bir gün oldu.
Sevindim..
En çok da kendilerine Antikapitalist Müslüman Gençler diyen gurubun katılmasına sevindim..
Sonra da Tiyatro Sanatçılarının katılmasına sevindim..
Sonra futbol taraftarlarının katılmasına sevindim..
Sonra da Çalışma Bakanının katılmasına sevindim..
Sevindim çünkü 1 Mayıs'ın anlamı kavranmaya başlandı..
Sevindim çünkü işçi ve emekçi statüsüne sadece fabrika işçilerinin girmediği, sadece kominist ve sosyalistlerin desteklemesi gereken bir gün olmadığı anlaşılmaya başlandı..
Sevindim bu günün, ırk - din - kadın - erkek - statü ayırımı olmaksızın tüm çalışanları - tüm emekçileri kısacası ücret ile çalışan herkesin günü olduğunun kavranmaya başladığını gördüm...
Dün 1 Mayıs için yazmıştım işçi ve emekçilerin insanca şartlara ulaşma çabalarını.. 1800 lü yıllardan bu yana bütün dünyada uğraşılmış sadece insan gibi yaşamak için gereken temel şartlara sahip olabilmek adına.
Ülkemizde yasalarda mevcut olmasına rağmen işe yaramayan haklar gibi işçi ve emekli hakları da işe yaramadı.. diyeceğim... hem de herhangi bir kaynağa bakmadan.. herhangi bir istatistiksel bilgi belge aramadan.. herhangi bir google search falan yapmadan..
Bugün resmen İşçi ve Emekçi Bayramı olmasına ve resmi tatil olmasına rağmen bir çok özel şirketlerde halen mesailer sürüyor.. Ve fazla mesai ücreti uygulaması olmadan.. Ve benim çalışan insanlarım 'beni bugün çalıştıramazsın, çalıştırıyorsan da fazla mesai ücretimi ödersin' demiyor. Bu diğer bayram ve tatil günleri için de geçerli.
Mesai saatleri yıllardır yasalarla 8 saat/gün ve 40 saat/hafta olarak sınırlanmış olmasına rağmen ben çevremde bunun uygulandığını göremiyorum.. Tam tersine sarkmaların uygulanışını görüyorum . Kimisi kibarca taleplerle, kimisi tehditle, kimisi prim denilen yemlemelerle..
Hiyerarşi içerisinde üst konumda yer alanlar kendilerini 'patronluk' kavramına o denli yakınlaşmış hissediyorlar ki kendilerinin işçi ve emekçi statüsü içerisinde olduklarını unutuyorlar ve kendi haklarına ulaşmak için altındakilerin haklarını gasp etmeyi gerekli sanıyorlar ve özel hayatlarında bile bu çalışanları küçük görererek ilişkilerini kopartmaya başlıyorlar.
Buna benzer bir sürü detay sıralayabilirim.. Ama bütün bunlardan daha da önemlisi;
Asgari ücret denilen bir uygulama var.. hani bir çalışana ödenebilecek en düşük ücret uygulaması..Bu uygulamaya ayak uydurulmayarak bunun çok altında çalışanlar olduğuna şöyle bir değineceğim ve soracağım..
Asgari ücretin ne olması gerektiği neye göre belirleniyor?
Kavram olarak bakarsak, bir çalışanın aldığı ücret ile ailesini asgari düzeyde ama insanca yaşam standartları içerisinde yaşatabilmesini sağlayacak olan ücret.
Kime sorsam bu tanımlamayı alıyorum kullanılan sözcükler farklı olsa bile..
2012 yılı ilk 6 ayı için asgari ücret brüt 886.50 TL net 634.65 TL
Bir çalışan evli ise, 4 çocuk ve üstünde çocuğu varsa, eşi çalışmıyorsa 747.68 TL net eline geçiyor. Yani bir asgari ücretlinin eline geçen en yüksek rakam 747.68 TL oluyor. Ben bunu toplam sekiz değil, dört kişilik bir ile olarak düşünsem de... yetmiyor toplam 3 kişil aile diye düşünsem de yetmiyor İstanbul gibi bir şehirde.. ev kirası ödenmediğini düşünsem bile...
Anayasmızdaki eşitlik şartları uyarınca ülkemizin bütününde ve tüm işyerlerinde uygulanması gereken asgari ücret . Diyelim şirketler hiç sorun çıkartmıyor ve gerçekten buna uyuyor. Ama bireyin bulunduğu ve çalıştığı şirke hangi şehirde? Bu şehirlerin hepsinde herşeyin fiyatı aynı mı? Domates bütün Türkiye'de aynı fiyattan mı satılıyor? Belediye hizmetleri? Sinemalar? Lokantalar? Ev kiraları? Taksi ücretleri? Giyim kuşam.. vs.. vs..
Şehirlerin, hatta semtlerin sundukları yaşam standardında eşitlik olmadığına göre bu hangi yaşam standardına göre uygulanıyor? İstanbul olmadığı kesin..de..hangi şehirlerimizde bu ücret insanca denilen standartlara uygun olarak yetiyor bir aileye ? Ben bunu bir türlü bulamadım.. bilenleriniz söylerse inanın çok mutlu olacağım..
Devlet böyle yapıyor da özel sektör patronları bilmiyorlar mı bu durumu? Bilmemeleri olası mı? Neden buna göre uyarlamalar yapmıyorlar da 'yasalar' sığınıyorlar?
Ama onlar ticaret adamı...arz-talep meselesi olarak bakıyorlar..
İşçi-emekçi sayısı çok.. yani arzı fazla... yani ne oluyor.. fiyatı düşüyor.. yani ikame edilebilir ve arz fazlası malların ticari anlamda fiyatları yerde sürünebilir.. hani ürün fazla olunca domatesin fiyatları yerlerde sürünür ya... işte o hesap... diyelim...
Sonra bilir patronlar.. Patron arzı yeterli değildir.. talebi bile karşılamaz henüz.. nadir bulunan elmas gibiler...o yüzden devlet gözünde kendisinin pahası biçilmez... diyelim...
Eee.. sonuç? Diyorsunuz değil mi? Bunlar hep bilinen şeyler.. bilmediğimiz bir şey söylemedin diyorsunuz... di mi?
Biliyorum..ama anlaşılmamış ki ben de tekrar söylüyorum...hep bu böyle olmuş.. hiç değişmemiş.. hep bilinmiş, söylenmiş ama uygulanmamış.. neden mi? 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' zihniyeti var da ondan..
Değiştirmenin tek yolu vardı... tüm işçi ve emekçilerin sendikalaşmaları ve sendikaların siyasal partilerin arka bahçe ağaçları olmak yerine gerçekten haklar için uğraşır olmaları
Ama bunun olabilmesi için bir ülke çalışanlarının öyle Genel Müdür koltukları, Milletvekili sandalyeleri, Cumhurbaşkanlığı köşkündeki resepsiyona davetiye, patronun yatındaki tatil, yıl sonunda kar payı gibi bazı ışıltılı görünümlerin cazibesine körlemesine kapılarak kendilerinin de bir emekçi, bir çalışan olduklarını unutmamaları gerekiyor.
Hele hele sendika başkanlarının... medya mensuplarının.... sanatçıların... üniversite dekanlarının / rektörlerinin... çünkü bunlar itici güçleridir ülkenin..
Son günlerde devlet ve şehir tiyatrolarının özelleştirme hareketinin başlaması ile tiyatro sanatçılarımız bir direniş başlattılar. Son derece medeni ve insanca bir direniş.. Kitleleri de peşlerine taktılar.. ve bugün 1 Mayıs meydanlarına katıldılar...
Tiyatro sanatçılarımız aslında tiyatro emekçileridir. Yani onların da günü bugün..
Ama gönül isterdi ki... Sanatçı olma konumları dolayısı ile fabrika işçilerine göre çok daha fazla ses getirebilme ve kitleleri peşlerine takabilme kabiliyetleri olan bu değerlerimiz keşke yılan kendilerine dokununca organize olmayı bildikleri ve kitlesel tepki koyabildikleri gibi yılan başkasına dokunduğu zaman da bunu yapsalardı.. Mesela tekel işçileri Ankarada çadırlar kurduğunda ... bazı sanatçılarımız bireysel desteklerini verdiler ama ben bireysel desteği kast etmiyorum.. bugün kendileri söz konusu olduğundaki gibi kitlesel destek verebilselerdi.. Medya mensupları işlerinden kovulurken de Galatasaray Lisesi önündeki gibi; Muhsin Ertuğrul önündeki gibi protestolar yapsalardı...
Bugün tiyatro sanatçılarımızın haklı tepkilerine, keşke işçi sendikaları da destek verseler... STK ların tümü orada olsalar.. halk da STK lar içerisinde bütünleşse...
Ama nerede...! bazı sendikalarımız aynı meydanlarda yanyana gelmek bile istemiyor.. 1 Mayıs gibi dünyanın ortak hareket edebildiği bir günde bile... STK larımız papağan gibi ezberlerindekini söyleme ötesinde davranmıyor, konuşmuyorlar.. bildiri desteği bile vermekten kaçınıyorlar..
İşçi-emekçi haklarına sahip olmanın ne dindaşlıkla, ne ırkdaşlıkla, ne vatandaşlıkla, ne cepdaşlıkla, ne de farklı statülerle ilgisi vardır.. ki aslında buna hükümet edenler de, milletvekilleri de dahildir.. çalışma yasaları ve işçi-emekçi haklarının doğru düzenlenir olması da aslında patronları iflas ettirmiyor sadece haksız kazançları önlüyor, 5 gün yerine 1 gecede zengin olmayı önlüyor..
Çalışan haklarını gerçekten sağlayan ülke ve firmaları görüyoruz... Örnekleri var...
Gecelik operasyonlarla kazançların geçerli olduğu ülke ve firmaları da görüyoruz.. Krizlerle birlerinin batırılıp başkalarının nemalandığı ekonomileri... Halklarını da..
Adalet bir gün herkese lazımsa, doğru düzenlenmiş ve uygulanan çalışma yasa ve şartları da her gün herkese lazım.. hatta patronlara bile...
Ne demişler? Susma, bir gün sıra sana da gelecek..
Bilinçlendirme konusunda, aydınlıklara yollar açma konusunda en etkin kurumlar üniversitelerdir.. ama 12 Eylül 1980 den bu yana onlar susuyorlar...
Oysa onlardan daha iyi kim bilecek... derslerde onlar anlatıyorlar..
Çoğunluğun ekonomik sorunlar yaşamaya başladığı, çoğunluğun insanca yaşam standartlarının altına itildiği bir ülkede tüm değerler anlamını yitirmeye mahkümdur..
Halen anlamadıysanız ne diyeyim...
Açın bir şişe rakı.. çalın bir arabesk... ağlayalım halimize gelince bizim sıramız..
Can sıkıcı bazı olayların araya girmesine rağmen güzelliklerin bol olduğu bir gün oldu.
Sevindim..
En çok da kendilerine Antikapitalist Müslüman Gençler diyen gurubun katılmasına sevindim..
Sonra da Tiyatro Sanatçılarının katılmasına sevindim..
Sonra futbol taraftarlarının katılmasına sevindim..
Sonra da Çalışma Bakanının katılmasına sevindim..
Sevindim çünkü 1 Mayıs'ın anlamı kavranmaya başlandı..
Sevindim çünkü işçi ve emekçi statüsüne sadece fabrika işçilerinin girmediği, sadece kominist ve sosyalistlerin desteklemesi gereken bir gün olmadığı anlaşılmaya başlandı..
Sevindim bu günün, ırk - din - kadın - erkek - statü ayırımı olmaksızın tüm çalışanları - tüm emekçileri kısacası ücret ile çalışan herkesin günü olduğunun kavranmaya başladığını gördüm...
Dün 1 Mayıs için yazmıştım işçi ve emekçilerin insanca şartlara ulaşma çabalarını.. 1800 lü yıllardan bu yana bütün dünyada uğraşılmış sadece insan gibi yaşamak için gereken temel şartlara sahip olabilmek adına.
Ülkemizde yasalarda mevcut olmasına rağmen işe yaramayan haklar gibi işçi ve emekli hakları da işe yaramadı.. diyeceğim... hem de herhangi bir kaynağa bakmadan.. herhangi bir istatistiksel bilgi belge aramadan.. herhangi bir google search falan yapmadan..
Bugün resmen İşçi ve Emekçi Bayramı olmasına ve resmi tatil olmasına rağmen bir çok özel şirketlerde halen mesailer sürüyor.. Ve fazla mesai ücreti uygulaması olmadan.. Ve benim çalışan insanlarım 'beni bugün çalıştıramazsın, çalıştırıyorsan da fazla mesai ücretimi ödersin' demiyor. Bu diğer bayram ve tatil günleri için de geçerli.
Mesai saatleri yıllardır yasalarla 8 saat/gün ve 40 saat/hafta olarak sınırlanmış olmasına rağmen ben çevremde bunun uygulandığını göremiyorum.. Tam tersine sarkmaların uygulanışını görüyorum . Kimisi kibarca taleplerle, kimisi tehditle, kimisi prim denilen yemlemelerle..
Hiyerarşi içerisinde üst konumda yer alanlar kendilerini 'patronluk' kavramına o denli yakınlaşmış hissediyorlar ki kendilerinin işçi ve emekçi statüsü içerisinde olduklarını unutuyorlar ve kendi haklarına ulaşmak için altındakilerin haklarını gasp etmeyi gerekli sanıyorlar ve özel hayatlarında bile bu çalışanları küçük görererek ilişkilerini kopartmaya başlıyorlar.
Buna benzer bir sürü detay sıralayabilirim.. Ama bütün bunlardan daha da önemlisi;
Asgari ücret denilen bir uygulama var.. hani bir çalışana ödenebilecek en düşük ücret uygulaması..Bu uygulamaya ayak uydurulmayarak bunun çok altında çalışanlar olduğuna şöyle bir değineceğim ve soracağım..
Asgari ücretin ne olması gerektiği neye göre belirleniyor?
Kavram olarak bakarsak, bir çalışanın aldığı ücret ile ailesini asgari düzeyde ama insanca yaşam standartları içerisinde yaşatabilmesini sağlayacak olan ücret.
Kime sorsam bu tanımlamayı alıyorum kullanılan sözcükler farklı olsa bile..
2012 yılı ilk 6 ayı için asgari ücret brüt 886.50 TL net 634.65 TL
Bir çalışan evli ise, 4 çocuk ve üstünde çocuğu varsa, eşi çalışmıyorsa 747.68 TL net eline geçiyor. Yani bir asgari ücretlinin eline geçen en yüksek rakam 747.68 TL oluyor. Ben bunu toplam sekiz değil, dört kişilik bir ile olarak düşünsem de... yetmiyor toplam 3 kişil aile diye düşünsem de yetmiyor İstanbul gibi bir şehirde.. ev kirası ödenmediğini düşünsem bile...
Anayasmızdaki eşitlik şartları uyarınca ülkemizin bütününde ve tüm işyerlerinde uygulanması gereken asgari ücret . Diyelim şirketler hiç sorun çıkartmıyor ve gerçekten buna uyuyor. Ama bireyin bulunduğu ve çalıştığı şirke hangi şehirde? Bu şehirlerin hepsinde herşeyin fiyatı aynı mı? Domates bütün Türkiye'de aynı fiyattan mı satılıyor? Belediye hizmetleri? Sinemalar? Lokantalar? Ev kiraları? Taksi ücretleri? Giyim kuşam.. vs.. vs..
Şehirlerin, hatta semtlerin sundukları yaşam standardında eşitlik olmadığına göre bu hangi yaşam standardına göre uygulanıyor? İstanbul olmadığı kesin..de..hangi şehirlerimizde bu ücret insanca denilen standartlara uygun olarak yetiyor bir aileye ? Ben bunu bir türlü bulamadım.. bilenleriniz söylerse inanın çok mutlu olacağım..
Devlet böyle yapıyor da özel sektör patronları bilmiyorlar mı bu durumu? Bilmemeleri olası mı? Neden buna göre uyarlamalar yapmıyorlar da 'yasalar' sığınıyorlar?
Ama onlar ticaret adamı...arz-talep meselesi olarak bakıyorlar..
İşçi-emekçi sayısı çok.. yani arzı fazla... yani ne oluyor.. fiyatı düşüyor.. yani ikame edilebilir ve arz fazlası malların ticari anlamda fiyatları yerde sürünebilir.. hani ürün fazla olunca domatesin fiyatları yerlerde sürünür ya... işte o hesap... diyelim...
Sonra bilir patronlar.. Patron arzı yeterli değildir.. talebi bile karşılamaz henüz.. nadir bulunan elmas gibiler...o yüzden devlet gözünde kendisinin pahası biçilmez... diyelim...
Eee.. sonuç? Diyorsunuz değil mi? Bunlar hep bilinen şeyler.. bilmediğimiz bir şey söylemedin diyorsunuz... di mi?
Biliyorum..ama anlaşılmamış ki ben de tekrar söylüyorum...hep bu böyle olmuş.. hiç değişmemiş.. hep bilinmiş, söylenmiş ama uygulanmamış.. neden mi? 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' zihniyeti var da ondan..
Değiştirmenin tek yolu vardı... tüm işçi ve emekçilerin sendikalaşmaları ve sendikaların siyasal partilerin arka bahçe ağaçları olmak yerine gerçekten haklar için uğraşır olmaları
Ama bunun olabilmesi için bir ülke çalışanlarının öyle Genel Müdür koltukları, Milletvekili sandalyeleri, Cumhurbaşkanlığı köşkündeki resepsiyona davetiye, patronun yatındaki tatil, yıl sonunda kar payı gibi bazı ışıltılı görünümlerin cazibesine körlemesine kapılarak kendilerinin de bir emekçi, bir çalışan olduklarını unutmamaları gerekiyor.
Hele hele sendika başkanlarının... medya mensuplarının.... sanatçıların... üniversite dekanlarının / rektörlerinin... çünkü bunlar itici güçleridir ülkenin..
Son günlerde devlet ve şehir tiyatrolarının özelleştirme hareketinin başlaması ile tiyatro sanatçılarımız bir direniş başlattılar. Son derece medeni ve insanca bir direniş.. Kitleleri de peşlerine taktılar.. ve bugün 1 Mayıs meydanlarına katıldılar...
Tiyatro sanatçılarımız aslında tiyatro emekçileridir. Yani onların da günü bugün..
Ama gönül isterdi ki... Sanatçı olma konumları dolayısı ile fabrika işçilerine göre çok daha fazla ses getirebilme ve kitleleri peşlerine takabilme kabiliyetleri olan bu değerlerimiz keşke yılan kendilerine dokununca organize olmayı bildikleri ve kitlesel tepki koyabildikleri gibi yılan başkasına dokunduğu zaman da bunu yapsalardı.. Mesela tekel işçileri Ankarada çadırlar kurduğunda ... bazı sanatçılarımız bireysel desteklerini verdiler ama ben bireysel desteği kast etmiyorum.. bugün kendileri söz konusu olduğundaki gibi kitlesel destek verebilselerdi.. Medya mensupları işlerinden kovulurken de Galatasaray Lisesi önündeki gibi; Muhsin Ertuğrul önündeki gibi protestolar yapsalardı...
Bugün tiyatro sanatçılarımızın haklı tepkilerine, keşke işçi sendikaları da destek verseler... STK ların tümü orada olsalar.. halk da STK lar içerisinde bütünleşse...
Ama nerede...! bazı sendikalarımız aynı meydanlarda yanyana gelmek bile istemiyor.. 1 Mayıs gibi dünyanın ortak hareket edebildiği bir günde bile... STK larımız papağan gibi ezberlerindekini söyleme ötesinde davranmıyor, konuşmuyorlar.. bildiri desteği bile vermekten kaçınıyorlar..
İşçi-emekçi haklarına sahip olmanın ne dindaşlıkla, ne ırkdaşlıkla, ne vatandaşlıkla, ne cepdaşlıkla, ne de farklı statülerle ilgisi vardır.. ki aslında buna hükümet edenler de, milletvekilleri de dahildir.. çalışma yasaları ve işçi-emekçi haklarının doğru düzenlenir olması da aslında patronları iflas ettirmiyor sadece haksız kazançları önlüyor, 5 gün yerine 1 gecede zengin olmayı önlüyor..
Çalışan haklarını gerçekten sağlayan ülke ve firmaları görüyoruz... Örnekleri var...
Gecelik operasyonlarla kazançların geçerli olduğu ülke ve firmaları da görüyoruz.. Krizlerle birlerinin batırılıp başkalarının nemalandığı ekonomileri... Halklarını da..
Adalet bir gün herkese lazımsa, doğru düzenlenmiş ve uygulanan çalışma yasa ve şartları da her gün herkese lazım.. hatta patronlara bile...
Ne demişler? Susma, bir gün sıra sana da gelecek..
Bilinçlendirme konusunda, aydınlıklara yollar açma konusunda en etkin kurumlar üniversitelerdir.. ama 12 Eylül 1980 den bu yana onlar susuyorlar...
Oysa onlardan daha iyi kim bilecek... derslerde onlar anlatıyorlar..
Çoğunluğun ekonomik sorunlar yaşamaya başladığı, çoğunluğun insanca yaşam standartlarının altına itildiği bir ülkede tüm değerler anlamını yitirmeye mahkümdur..
Halen anlamadıysanız ne diyeyim...
Açın bir şişe rakı.. çalın bir arabesk... ağlayalım halimize gelince bizim sıramız..
bırseyler duzelır artık duzelıyor mu gıbı gorunuyor ama..
YanıtlaSilbu arada mimledim canım seni:)
dileğimiz düzelmesi de.. dilerim oyle asırlar almaz..
Silmim kraliçem benim.. bakarım birazdan..
benim anlayamadığım şuydu düne dair...mustafa cecelinin konserinin 1 mayıs işçi bayramıyla alakası?bu bir...
YanıtlaSilçalışma bakanının hangi yüzle çıkıp 1 mayıs mitinginde konuştuğu bu da iki...
ikisinin bir açıklaması var mı merak ettim.yada uyuyun kuzular uyuyun demenin bir başka versiyonumuydu bu?
bende ki de böyle bir merak işte...
Teşekkürler agresif prensesim, çok güzel bir konuya değindin..
Silşu anda hükümetin yaptığı 1Mayıs'ı sıradanlaştırma politikası.. Bir çok hükümet aynı şeyi yapıyor. Onlar yapmaları gerekeni yapıyorlar.
İstemediğin bir şeyi ortadan kaldırmak için 2 yolun vardır.
1- saldırırsın korkutarak susturursun (12 Eylük gibi)
ama susanlar ilk fırsatı ararlar sesleri de güçlü çıkar o fırsat geldiğinde sana da yaşam hakkı tanımazlar bir daha
2- sıradanlaştırsın anlamı uçar gider , karşındaki eğer akıllıysa bu sıradanlaştırma hareketini görür ve senin sıradanlaştırma hareketini öyle kullanır ki karşında uzlaşmak zorunda olduğun bir platform bulursun,karşındaki aptaldır yutar hapı ve uyur sen de dah çabuk diğer adımına geçersin
ben bu noktadan memnununm çünkü korku daha güçlü bir sindirme metodu ve karşı duruşta bir çok psikolojik ve sosyal engel vardır
sıradanlaştırmaya katşı durmak daha kolaydır.. aynı metodu sadece tersine çevirirsin ve hakları alırsın çünkü kitlelerde korku yoktur.. aynen şu anda sanatçıların yaptığı gibi
mustafa ceceli de bir emekçi.. bugünün anlamı için bence de yanlış bir sanatçı ama sıradanlaştırma için doğru bir rol model..
ama senin gibiler oldukça..umutlarım büyük
yazdıklarında haklısın.
YanıtlaSilzamanla gelişecek konular bunlar.
sölediklerine ben de şunu eklemeliyim.
1 mayıs yurdumuzda eskisinden çok farklı hale geldi artık.
1 mayısı da ehlileştirdiler, yani bir çeşit içi boşaltıldı.
bir yandan olumlu birşey. herkesin bir araya gelip kutlaması. eskiden daha korkunç bir kavramdı.
diğer yandan da nerde eski bir mayıslar diyesi geliyor insanın. eskiden ne 1 mayıslar olurmuş :)
bilirsin, bir şeyi dönüştürmenin yolu onu normal hale getirmek. 1 mayıs da öyle normal :) hale geldi ki, bak çok yakında 1 mayıs da diğer özel ve bayram günleri gibi, sadece bir tatil günü olarak görülecek. bir kutlama değil tatil fırsatı olacak.
yani 1 mayıs'ın içeriği değişti.
:)
ama işçilerin sorunları hiç değişmez.
çok haklısın, şu anda yapılan tamamen asrımızın akıllanmış yöneticilerinin sıradanlaştırma hareketi.. bir çok olguda olduğu gibi bunda da aynı şey yapılıyor.
Silonlar gerçekten içi boşalmiş bir tatil gününe dönmesini istiyorlar...bunda da katılıyorum sana.
şimdi sorun şu: verilen tableti yutacakmısın yoksa aynen hükümetlerin yaptığı gibi hapı sen mi yutturacaksın.. bu olgu senin elinde amaca gidecek bir araç mı olacak yoksa yine uyuyup da sonra rakı masasında mı efkar dağıtacaksın...
korku sindirmişti... insanlar biraz normale döndüler.. bir daha korku bindi..sustular duyarsızlaştılar.. en doğal olgularda bile 'hey ne yapıyorsun?' diyemediler..
şimdi korku yok... sadece evinden çıkıp hareket etmen gerek.. beynini çalıştırman gerek..
bunu yapmaya hazırmısın? değil misin?
işte bu belirleyecek yarın ki 1 Mayısların içinin dolu veya boş olacağına..
hükümetler eliyle veriliyor olsaydı emekçi ve işçi hakları elde edilmesi asırlarca durmadan süren uğraşlar gerektirmezdi..
herşeyi devlet babadan evlere servis bekleyenlerin şikayet etmeye de hakkı olmadığını düşünüyorum
haklısın. şimdi sölemek istediğini daha iyi anladım. işçimiz, köylümüz ve diğer tüm insanlarımız örgütlendikçe zamanla ilerleme olacaktır. şimdilik ülkemizin durumu bu. evet işçi haklarını işçiler alır, idareciler, düzen, patronlar veremez.
Silkesinlikle,
Silstk lar olmadan, bunlar aktif hayat içerisinde olmadan, bireyler bu şemsiyeler altında toplanmadan kaldıkça da ferdi olarak hiç bir şey yapılamaz. ne yzakı ki 12 eylül ve sonrası yönetimler stk ları öcü gibi tanıttılar..
ayrıca stk lar içerisindeki yöneticilerin gözleri de milletvekilliğinde olmamalı.. ne zaman gözler o sandalyelere dikilse amaçtan saparak hükümete kulluk ediyorlar esas görevlerini unutarak
haklısın. insanımız henüz ego, çıkar, hırs kıskacından ve kişisellikten çıkamadı. insanımızın kendisinden uzaklaşıp başkalarına ulaşabilmesi için daha zaman lazım.
Silöyle elbette. medya güçlerin elindedir. ve bilirsin herşey bir manipülasyondur. halkın hepimizin beynini mesajlarla yıkarlar. hayallerimiz bile bize ait değildir. çok derinden yönetiliriz.
Silevet doğrusun süreç meselesi ama bu süreç boyunca hiç bir şey yapılmazsa insanlara gerçekler anlatılmazsa manipulasyonlar ile yollarını çizmelerinden daha doğal bir şey olamaz.. insanlar ancak duydukları, gördükleri ve yaşadıkları ile algılar ve seçimlerini yaparlar.
Silo yüzden değilmidir medya üzerinde kontrol talebi güçlerin?
kusura bakma harf düzeltmeleri için sil yaz yapınca senin cevabın ile benim cevabım yer değiştirdi.
Silmanipulasyon konusunda haklısın. şöyle bakalım: büyük kitleler için güven içerisinde uyanarak günlerini geçirebildikleri ve üretebildikleri bir yaşam ile belli bir azınlık zümrenin aşırı refahlarını seyrederek yaşadıkları ve başlarına ne zaman ne geleceğini bilmedikleri bir yaşam tarzı arasında değişen manipulasyonlardan hangisinin galip geleceği ile ilgili herşey.. çalışan kazanır.
gerçekçi olursak AKP bunu çok iyi kullanmayı becerdi. geri kalan ise, özellikle sol tandanslı partiler uyudu.. sonuç? ortada..
akp haklısın. sanırım çok ince ve planlı düşünüyorlar. sol ne yapacağını şaşırdı. bir kısmı liberalleşip akp'den para yiyor. bir kısmı ise ortodoks hala ve boş konuşuyorlar. akp bütün sol kodlamaları da kullanıyor. sol teorisyenler neye karşı çıkacağını şaşırdı. ama hepsi geçer sanırım. tarihte herşey geçer. ama geçerken, bazıları ezer bazıları ezilir.
Silakp halkın nabzını tutmayı ve yönlendirmeyi biliyor ama en önemlisi cemaatcilik geleneğinden gelen örgütlenme alışkanlığı mevcut enstrümanları kullanmak suretiyle geliştiriyor.
Silbu nedenle takdir ediyorum.
sol cenah ise ezberlerde hareket ediyor ve başından beri kitlesel örgütlenmede zayıf..
aslında bugünkü dünyada sol-sağ diye bir olguya takılmak son derece yanlış olur.. çağ ileri giderken geriye taşımak olur..
herşeyin merkezine 'insan' konulmuş olan bir yaşam biçimi ile insan olgusunun güç altında kullanıldığı yaşam biçimi diye bakmak gerekir.
herşeyin merkezine insan olgusunu koyduğunda karşına iki yaşam biçimi çıkar söylemlere bakıldığında sosyalist söylemler ve dinsel söylemler. bunlar her zaman halkın sevdiği söylemlerdir.
uygulamal ile söylemler uyuşup uyuşmadığı detayında saklıdır gerçek niyetler. işte mesele uygulamalarda neyin söylemlerle aynı olduğunu neyin olmadığını anlatabilmekte.
solun arkasındaki kitle kendisini elit olarak etiketleyen (ki ben bunu anlamakta çok zorlanıyorum çünkü sol söylemler de uygulama da halk ile içiçe olmayı gerektirir) halktan kopuk bireyler olmak gibi yanılgı içindedir. AKP ise halk ile içiçe başladı sürdürüyordu ama şu anda kopmakta. yani solun geçmişte yaptığı aynı yanlışa girdi.
bu nedenle türkiye bir başka yol ayırımına girdi şu sıralar.. işte bu kritik bir nokta..bundan sonrası çok farklı olacak.. yeni dünyaya hazır mıyız? ben şu an buna cevap vermekte zorlanıyorum. gördüklerim başka şey söylüyor gördüklerim bambaşka şeyler söylüyor.. ama şunu biliyorum.. sağ veya sol.. her kim olursak olalım.. elele - omuz omuza aynı safta olmak zorunda olduğumuz bir dönem..
elbette. ancak, bütün kesimler, liberal, laik, eski sol, yeni sol, muhafazakar, hepsi ne diyor biliyor musun. biz herkesi kabul ediyoruz. gelin bize. biz ve siz var hep. bizler ve onlar. kardeş olduğumuzu, tüm insanlar bir aile olduğumuzu anlamak için erken daha. hiçbiri birbirine gitmiyor, gelin diyor. kişisel çıkarlardan sıyrılmış ve kendini düşünmeyen insanı bulmamız lazım önce. insanları. önce insan olmamız gerekiyor.
Silinsanın egosunu yok etmedikçe kendi çıkarlarını unutacak insan göremezsin..
Siltüme varış ve tümden geliş olgularını gerçekten anlatabilmen gerek.
abd bireyselliği öne çıkarmış olan bir ülke iken bugün bireyselliğin yerine kitleselleşmeyi yani stk ları öne çıkarıyor.. bunu anlamak ve doğru okumak lazım.....
insan söz konusu olduğu zaman kesin ve tek tip formül yoktur..
bir de, biliyorsun, aşiretler, tarikatlar, cemaatlar ve para babaları yönetiyor, devlet de tabii içinde. bizde devlet insana çalışmaz. kendine çalışır. güçsüzlerin, ezilenlerin, karar verme gücü olmayanların birleşmesi kolay değil. ama elbette olacak birgün. insanı temel alan bir yönetimi bulacak yurdumuz toslaya toslaya.
Silister istemez.. global hareketlerden kaçınılamaz..
Silhaklısın..
şimdi biraz çalışmak mecburiyetindeyim.. sen yazabilirsin vakit bulunca cevaplarım.. teşekkürler..
haklısın. ego temel konu. örgütlenme ve sivil toplum. sanırım kuzey avrupa bu yönde iyi gidiyor. amerikan halkı sivil toplumda ve sivil tepkide iyidir. ama amerikanın gözü doydu haliyle. bizim insanımızın gözü aç halen. muhafazakarlıkta amerika ile yarışıyoruz zaten. eğitim ve iş nedeniyle amerikayı iyi tanıyorum.
Silokey. iyi çalışmalar. ben de moladaydım. görüşmek üzere.
SilHerkes kol kola yürüyünce çok seviniyorum ben. Çok doğru yazmışsın bazı şeyleri.
YanıtlaSilbende öyle.. kolkola, omuz omuza olabilmek insaa güven veriyor..
Silteşekkür ederim..
ne güzel yazmışsın, ne doğru bakmışsın, kutlu olsun emeğimiz :)
YanıtlaSilkutlu olsun emeğimiz..
Silkesinlikle katılıyorum fakat işçi emekçi hakkını pek aramıyor çevremde gördüğüm herkes konuşuyor eleştiriyor ama icraat yok ben buna çok kızıyorum mesela ama onları da hoş görüyorum çünkü ya korkuyor ya da ne yapacaklarını bilmiyorlar.
YanıtlaSilayrıca sendikalara da nedense pek inanmıyorum bizim okula da geldi bizim için iyi olacağını söylüyorlar ama inanmıyorum. çünkü ayrı ayrı sendikalara üye olan ve birbirleriyle dahi konuşmayan öğretmen arkadaşlarım var. senin dini ya da siyasi görüşün bu kadar önemli mi ki gerçekten anlamıyorum ve bir yere dahil olmayı reddediyorum.
ama sanırım asıl iş biz öğretmenlerde yeni nesli öyle yetiştirmeliyiz ki hakkını arasın ama hala geleneksel eğitimden çıkılamadı henüz. ben sürekli öğrencilerime sadece eleştirmeyin hem eleştirin hem öneride bulunun bir şeyler yapın diyorum bıktılar artık benden:) sadece eleştirmeyi biliyorlar bu da iyi ama bu eleştiri mahalle dedikodusundan ya da kahvelerde yapılan dünyayı kurtarma konuşmalarından ileri gitmiyor bence. yukarıda da dediğim öğretmeni birbiri ile konuşup uzlaşmazken uzlaşma nasıl öğretilir.
bu konu beni gerçekten sinirlendiriyor aslında çok şey yazılır ama... insanlar sadece konuşmasa keşke... yine de umutluyum...
Haklısın.. kimse hakkını aramıyor. Anyasal haklarını kullanmaya bile korkuyor insanlar değil yeni bir şeyler istemeye. Korkuyorlar çünkü korkmalarına sebep olacak herşeyi yaşadılar ve korku ile terbiye edilerek büyüdüler.
Silİsyan etmek istediklerinde güçlü olduğuna inandıkları liderlerler aradılar önlerinde gidecek ve yenilmeyeceğine güvenilen. Eğer öyle bir güven duyamadılarsa sindiler.
Sendikaların yapılanmalarından ziyade işleyişlerinde sorun var. Bir kızım insanlar sendikaları siyasete atlama daha doğrusu meclise girme için bir platform gibi görüyor ve esas işlevi unutuluyor.
İşçi sendikalarının din-dil ve ırk gibi şeylerle işi olamaz. Onun amacı işçinin insanca çalışması ve insanca yaşaması için gerekli olan haklarını sağlamak için çalışmaktır. Ama aktif olarak üye sayısı komik derecede düşük rakamlarda dolaşan sendikalardan bir şeyler beklenemez.
Ben sendikalardan şikayet edenlere özellikle sorarım.. neden üye olup da iyileştirmek için emek vermiyorsun diye .. mevcut haliyel Hiçbir stk , bireysel beklentilerle birebir örtüşemez ama asgari müşterekte buluşulabiliyorsa detaylar içerde halledilir dışarıdan olamaz. O yüzden muhakkak bir sendikaya üye olmalı çalışanlar diye düşünüyorum.
Ve kesinlikle katılıyorum asıl iş siz öğretmenlerde.. müfredat ve eğitim biçimi ne olursa olsun aydınlıklar öğretmenlerle gelir veya gider...ve ben de umutluyum...
sendika konusunda! nedense inancım yok değiştirilir mi bence muamma ama araştırma yapıcam senden de bilgi istersem yardım eder misin?
Silmevcut sendikalara benim inancım tam mı sanıyorsun? değil.. ama bir yerden başlamak lazım.. uzak durarak, başı boş bırakarak bu ülke bir yere gidemez ki.. tam tersine varlık göstererk bozuk yapılar düzeltilebilir.. hani bir söz var 'iyilerin sesi kötüler kadar çıksa..' diye.. iyi bir şeyler yapabilecekler evde oturursa, içeri girdiğinde baş edemeyeceğini düşüp kaçmak yerine daha fazla iyileri oraya çekmezse nasıl düzelecek ?? baktın tek başına olmuyor kalabalıklaştır varlığını...
Silelbette yardımcı olurum eğer benim katkım olabilecekse ..
her zaman mail atabilirsin neyazsamacep@gmail.com