"Çapulcu" tanımlamasını da, AKPli tanımlamasını da sadece güncel oldukları için kullandım ama geçmişten bu yana, herhangi bir ayırım yapmadan tüm dönemlerin iktidarları ve de ezilenleri içindir bu uyarlamam. siz bambaşka isimler kullanabilirsiniz ve anlamı hiç değişmez...her dönemi yansıtır....o yüzden isimler hiç önemli değil.
Önemli olan erkleri kontrol eden bireylerin, niyetleri ne olursa olsun, aldıkları kararları ve uygulamaları sonucunda o ülke vatandaşlarının yaşamlarından ne kadar memnun olduklarıdır.
Memnuniyetsizlikleri ortadan kaldırmak için uzlaşmak yerine, sindirme uslübu tercih edildiğinde yükselen bir direniş ruhunun oluşmaya başlamasının önüne geçilemez ve bir gün sokaklara doğru taşmaya - dökülmeye başlar ve kitle her iktidar engellemesi karşısında bilenir... çoğalır... bu nokta kırılma noktasıdır ülkeler için...
Tüm sokağa çıkanları hapishanelere atmak demek ülke çapında infiale yol açabilir.. öte yandan içlerinde bazılarını seçerek diğerlerini korkutmak amacıyla hapsedilenler bir süre sonra kahramanlaşırlar... öldürülenler ise efsaneleşirler... ve davaya sahipleniş büyür... kimi zaman geçici bir süre içine kapanır ortalık sessizleşir kimi zaman ise coşar... ama her şekilde direniş büyür, köklenir- dallanır budaklanır ve bir gün iktidarın karşına intikam almak için dikilir... aynen bazı AKP vekillerinin dile getirdiği gibi "şimdi bizde sıra" derler...
Bu değişmeyen bir fasit dairedir. biri 141-142 getirir diğeri kaldırıp yerine 163ü uygular.. birisi DGM getirir diğeri onu kaldırıp yerine Özel Yetkili Mahkeme getirir... Birisi OHAL'i ilan ederek sokağa asker yığar, diğeri ise 3-5 çapulcu sorun yok diyerek TVlerde bile gösterilmesini engeller ama sokaklara polis yığar.. birisi kamera görüntüleriyle oynayarak faiillerini meçhul etmeye çalışır, diğeri faiillerin kayıtlarını yok ederek... iktidarlar geliyor-gidiyor ... hangisine sorsan, hiç birisi sorumluluğunu kabul etmiyor ve dinlediğinde hepsi birer "ak kaşık"... rekabetleri ise "ama senin dibin daha kara" tekerlemesi....
bugün AKP -Çapulcu... varsa yarın bir başkası olacak... belki Çapulcular iktidar olacaklar ve Mapulcular onlara karşı direnecek... tıpkı dün;
12 Eylülcüler- Anarşistler olduğu gibi, 28 Şubatcılar - AKP liler olduğu gibi... gibi... gibi...gibi.... tüm dünya tarih sayfaları gibi bizim tarih sayfalarımız da örnekleriyle dolu ...
çıkalım istiyorum bu labirentten... daha fazla tencere dipleri kararmadan- islerine topyekün bulaşmadan çıkalım...kıralım şu fasit daireyi de yeni bir Türkiye yaratalım hep beraber...
kavga etmeden tartışacak boyuta geçelim... uzlaşmayı öğrenelim... içime sinerek oy verecek partiler olsun birbirinden daha iyi hizmet kabiliyetleri olsun hangisine versem diye sorgulayabileceğim programları olsun... her gelen yeni iktidarda endişeyle "bu başımıza ne getirecek?" diye düşünmeden kendimi devletimin güvencesine bırakabileyim... beni temsil edecek olan vekilimi tanıyarak ben seçebileyim.. vekilimin benim haklarımı koruyacağından emin olayım... arzu ettiğim zaman denetleyebileyim... sorgulayabileyim.... istiyorum...
geceden sabaha bir şeylerin değişmediği, huzur dolu ve yarınlarıma güvenle bakabildiğim bir ülkem olsun istiyorum...
işte bütün bunları düşünerek bu uyarlamayı yaparken hedefim tek bugünün hükümeti olmadı... tek bugünün direnişçileri de olmadı... tüm iktidarlar... ve tüm ezilenler oldu... çünkü bu hükümet işbaşına geldiğinde ben değil, benim torunum kreşteydi... yani farklı farklı hükümetlerle yaşadım ben bu ülkede... ve biliyorum ki, iktidarlar kendi toplumlarının ürünleri.. ithal malı değiller...
ve yine o yüzden, yıllar önce yaşamış bir Barış Adamının hayalini ifade eden konuşmasını bugüne uyarladım... ezilen veya ezildiğini düşünenlerin hayallerinin benzerliğini anlatmak için.... bir direnişçiyi seçtim.. yani kendi çağının Çapulcusunu... ama bugünün DÜNYA BARIŞ SEMBOLÜ olan bir efsanesini.... ve diliyorum, bir gün dünya ezilenlerin olmadığı bir yere dönüşür...
Bütün bu açıklamalardan sonra bakalım Martin King the Turkish Chapulcu olaymış, nasıl anlatmış hayalini Gezi parkında...:))
"Bundan bir asır kadar önce, şu an manevi himayesinde bulunduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1inci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarına yerleşen emperyal işgal kuvvetlerine karşı Mustafa kemal Atatürk liderliğinde omuz omuza savaşan insanların, kurtarabildikleri şehit kanlarıyla sulanmış topraklar üzerinde 29 Ekim 1923 tarihinde kuruldu.
O gün, gücünü halktan alan ve halk için var olan bir devletin temelleri atılırken, uzun esaret zinciri altında yaşama ve adaletsizliklerle karşılaşma korkusunun ateşiyle yanıp kavrulmuş binlerce insanın özgürlükleri tescillenmişti.... üstelik de tüm vatandaşların eşit olduğu bir devlet anlayışı ile... bir bireyin veya zümrenin diğerleri üzerinde hegomanya kurmasını engelleyen bir devlet anlayışı ile güneş doğuyordu...
Ancak ne yazık ki, bundan 90 yıl sonra bile, vatandaşlar hala özgür değil ve hayatlarını ırkçılığın, mezhepciliğin ve ayrımcılığın prangalarına mahkûm olarak, sürünerek geçiriyorlar.
İktidardan yana olmayanlar uçsuz bucaksız zenginlikler okyanusun içinde, fakirlikle kuşatılmış yalnız bir adada zulüm içinde yaşıyorlar. Kendilerini dışlanmış, kendi toprakları üzerinde sürgün hissediyorlar ve acılar içinde kıvranıyorlar.
İşte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için Çapulcular ayakta...
Bir anlamda bugün, burada Gezi Parkında, en yüksek vaadler ile gelen ve en yüksek avans verilen bu hükümetin nezdinde, gelmiş geçmiş ve mevcut ülke iktidarlarının tümüne artık vadesi dolmuş çeklerimizi bozdurmak için sokaklara döküldük...
Büyük Cumhuriyetimizin yüksek mimarları, anayasamızı yazarken ve İnsan Hakları Beyannamesi’ni bizim adımıza imzalarken, aynı zamanda her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bu mirastan kendine düşen payı alabileceğini de vaad etmekteydiler.
Bu öyle bir vaatti ki, herkesin; evet, herkesin... her dinden... her ırktan...herkesin...siyah, beyaz, Türk Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Müslüman, Hristiyan, Yahudi, dinsiz...başörtülü, baş örtüsüz, okumuş, okumamış, zengin, fakir, genç, yaşlı.... herkesin vazgeçilmez ve devredilemez, özgürce yaşama ve mutlu olma haklarını teminat altına almaktaydı.
Bu gün artık şurası gerçektir ki, Türkiye'ye vaat edilen bu haktan, Çapulcular söz konusu olduğunda, vazgeçilmiş gibi görünüyor. Bu kutsal yükümlülüğü ifa etmek yerine, Çapulcular'a, üzerinde ”karşılıksız” yazan sahte çekler veriliyor.
Ancak biz, Adalet Bankası’nın iflas etmiş olduğuna inanmıyoruz.
Bu ülkenin engin fırsatlar hazinesinin iflas etmiş olduğuna inanmak istemiyoruz.
Onun için buraya; bu çekin, dilediğimiz anda özgürlüğümüzü ve sosyal güvencemizi geri verecek olan bu çekin, karşılığını almaya geldik.
Ayrıca, bu meydandan, Türkiye'ye, bu işin çok acil olduğunu hatırlatmak için sokaklara döküldük....İşleri ağırdan alma veya uyuşturucu çekmiş kişiler gibi yavaştan hareket etme zamanı değildir.
Vakit, demokrasiyle ilgili vaatlerin gerçekleştirme zamanıdır.
Vakit, ulusumuzu adaletsizlik, mezhepçilik ve ırkçılık bataklığından, kardeşliğin sağlam zeminine oturtma zamanıdır.
Vakit, Allah'ın tüm kulları arasında eşit kardeşliği gerçekleştirme zamanıdır.
İçinde bulunduğumuz şu anın aciliyetini görmezden gelmek ve bizi, Çapulcu vatandaşların kararlılığını yanlış değerlendirmek, ülkemiz için gerçek bir felaket olabilir.
Çapulcuların memnuniyetsizliğinin yol açtığı bu bunaltıcı sıcak yaz ateşi, ta ki kardeşliğin ve özgürlüğün geleceği serin sonbahar günlerine kadar sürecektir.
2013 yılı bir son değil, yalnızca bir başlangıçtır. “Çapulcular bazı mihrakların elinde teröre alet olan marjinallerdir, bir kaç şiddetli saldır ile korkutarak sindiririz” diye düşünenler şunu iyi bilsinler ki, bu usul ile yaklaşım 12 Eylül 1980 dönemindeki tutumlarına dönüş oluyor ve devam ederlerse sarsıcı bir uyanışla karşılaşacaklardır.
Tüm vatandaşların vatandaşlık hakları verilmediği sürece, Türkiye'de ne bir rahat ne de bir huzur kalacaktır.
Ta ki, adaletin aydınlığına kavuşuncaya kadar, isyan fırtınaları ulusumuzun temellerini sarsmaya devam edecektir.
Adalet sarayına giden sıcak eşiğin üzerinde durmakta olan halkıma da söylenecek bir çift sözüm var.
Haklı davamızı gerçekleştirme yolunda yanlış tutum ve davranışların esiri olmamalıyız.
Hürriyet ateşimizi acı ve nefret kâsesinden içerek söndürmeye çalışmamalıyız. Mücadelemizi daima vekar ve disiplinin yüce kanatları altında sürdürmeliyiz.
Yaratıcı protestolarımızın fiziksel bir şiddete dönüşmesine asla müsaade etmemeliyiz.
Her zaman, fiziksel güce karşı, manevi gücümüzün sonsuz yücelikleriyle karşılık vermeliyiz.
Çapulcu toplumunu çepeçevre kuşatmış bulunan bu yeni ve kutsal militan ruh, bizi tüm AKPli olan veya AKPyi desteklemiş olan insanlara karşı bir güvencesizliğe yöneltmemelidir.
AKPli kardeşlerimizin pek çoğu, kendi kaderlerinin bizimki ile sıkı sıkıya bağlı olduğunu idrak etmektedir.
Bunun en güzel delili, Gezi Parkında ve şu an bizim aramızda bulunmuş olmalarıdır.
Biz, bu yolu tek başımıza yürüyemeyiz.
Yolumuzda ilerlerken; daima ileriye bakacağımıza söz vermeliyiz. Artık geri dönmemiz mümkün değil…
Kendilerini vatandaşlık hakları uğruna adamış kimselere, “Daha ne zaman tatmin olacaksınız?”diyenlere, Çapulcu halkın dile getirmesine engel olunan polis zulüm ve dehşetin bittiği ana kadar, “Asla tatmin olmayacağız!” diyeceğiz.
Bizler, bu yolda yürümekten bitkin düşmüş vücutlarımız, otobandaki motellerde ve şehirdeki otellerde istirahat edemedikçe, asla tatmin olmayacağız.
Bizler, çocuklarımızı kimliklerinden sıyıran ve insanlık değerlerinden koparan “AKPlilere mahsustur” yazan görünen veya görünmeyen tabelalar var olduğu müddetçe asla tatmin olmayacağız.
Bizler, Hakkari dağlarındaki bir insan oy veremediği ve İstanbul'daki bir insan oy vermeye değer bir şey olmadığına inandığı müddetçe, asla tatmin olmayacağız.
Bizler, adalet sular gibi çağlamadıkça ve haklar gür bir nehir gibi coşmadıkça, katiyen tatmin olamayız ve olamayacağız.
Bir çoğunuzun buraya büyük bir çalkantı ve zorlukların içinden sıyrılarak geldiğinizi anlamıyor değilim.
Kiminiz 1980 zihniyetinin zindanlardan henüz kurtulmuş olarak burada bulunuyorsunuz.
Kimileriniz de, hürriyet aşkınız zulüm rüzgârlarıyla gölgelendiği ve polis işkencesiyle tepelendiği yerlerden geliyorsunuz.
Sizler, ıstırabın her çeşidini tatmış kahramanlarsınız!
Acı çekmeden kazanılan başarıların gelip geçici olduğu inancıyla, yolunuza devam edin…
Bu durumun bir şekilde değiştirilebileceğini ve mutlaka değişeceğini bilerek Hakkari'ye dönün, Adana'ya dönün, Hatay'a, Eskişehir'e, Ankara'ya dönün, modern şehirlerimizin kıyısındaki fakirhanelerinize ve gettolarınıza geri dönün.
Bugün size şunu hatırlatıyorum ki, dostlarım, ümitsizlik batağında boğulmayalım. Şu an yaşamış olduğumuz ve önümüzde bulunan zorluklara rağmen, hala bir hayalim var benim. Bu hayal, Türkiye rüyasının derinliklerine kök salmışbir hayaldir.
Evet… Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkacak ve kendi inanç değerlerini tam anlamıyla yaşayacak. Şu husus apaçık ortadadır ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.
Bir hayalim var benim!…
Gün gelecek, bir zamanlar "öteki" olanların tümünün evlatları birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, Güneydoğu şehirleri bile, adaletsizliğin ve baskıların ateşiyle bunalmış olan o bölge bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…
Bir hayalim var benim…
Gün gelecek, dört büyük çocuğum, sadece karakterlerinin yapısına göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar…
Bugün bir hayalim var benim…
Gün gelecek, İstanbul şehri, ağzından hep müdahale ve yasaklar yönünde sözler dökülen valisi ile, bu şehir bile, her ırktan,her dinden, her cinsiyetten, her statüden ve görüşten gencecik erkek ve kız çocuklarının kardeşçe el ele tutuşarak sokaklarında protestolar yapabilecekleri, Gezi Parkında kurdukları çadırlarda, aynen tweetlerinde dilediği gibi Vali Mutlu'nun da katıldığı bir ortamda, kuşların müziğine eşlik edebilecekleri bir yer olacaktır…
Bugün bir hayalim var benim…
Evet, bir hayalim var…! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Allah’ın yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz.
Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla direneceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde, bir gün özgür olacağınızı bilerek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek ve hürriyet için hep beraber ayağa kalkacağız.
İşte o gün yüce Allah’ın bütün kulları yepyeni bir ruhla söylenecekler bu şarkı:
Benim ülkem, senin ülken.
Özgürlüğün güzel yurdu,
Sana söylüyorum bu şarkıyı.
Atalarımın öldüğü toprak burası.
Şehitlerin gururu olan toprak…
Her bir dağın yamacından,
Özgürlük yankılanacak!
Ve eğer Türkiye büyük bir ülke olacaksa, bunun gerçekleşmesi şarttır.
Öyle ise,
Anadolunun’ın yüce tepelerinden özgürlük…yankılansın,
İstanbul'un 7 tepesinden…Ve… Ankara'nın fişkiyelerinden…
Karadeniz'in karlarla kaplı kayalıklarından yankılansın!..
Yankılansın, Ege'nin kıvrımlı yamaçlarından…
Yalnızca AKPi zirvelerinden, Kandil'in mağaralarından değil,
Tüm yurttaki her bir ağacın yamacından yankılansın özgürlük…
Ve bunu başardığımızda, her kasabadan, her köyden ve kentten özgürlük şarkısının yankısını duyduğumuzda, o gün daha da yakın olacak ve Türkiye'nin bütün vatandaşları, Allah’ın bütün kulları el ele tutuşarak haykıracaklar...
Sonunda özgürüz!
Şükürler olsun Ya Rabbim!
Sonunda hepimiz özgürüz."
ve şu herşeyin özeti bu kısacık videoda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder