25 Mar 2012

'Dur' demek neden bu kadar zor olur ki..


Yılmaz Özdil'in 23 Mart 2012 tarihli Kokain başlığını attığı yazısını okuduğumda yıllar öncesine gitti aklım birden.


Irak sınırındaki güzel bir şehrimizin güzel bir kasabasında kalmıştık bir iş gezisi yüzünden, bir gece iki gün... İnsanları sıcacık.. Sanki biz gidelim de bizi ağırlasınlar diye beklemişler yıllardır. Öylesine bir koşturmaca, öylesine bir ilgi..

Gördüğümüz ilginin sarhoşluğu içerisinde bile dikkatimizi çeken bazı şeyler olmuş ama üzerinde durmamıştık, otelimize gidip ayılana kadar. Otelin lobisinde kendi aramızda değerlendirmeleri yaparken birer birer ortaya dökülmeye başlamıştı bizi rahatsız eden detaylar.

Detayları anlatmayacağım, ama özellikle sınır bölgelerinde olmak üzere doğu illerimizde yaptığımız yolculuklardaki gözlemlerimiz ve heybedeki genel bilgilerimizin yoğrulmasından oluşan kendi yorumlarımızın çok kısa bir özetini kendi tarzımda yazarak paylaşacağım..



Zamanında devletin varlığını gösteremediği bütün benzeri yerlerde, insanlar kendi çözümlerini kendileri bulmuşlardı. Bazen, olmaması gereken, çok farklı yollar çizmişler ve yaşam biçimlerini buna göre uyarlamışlardı. Yıllar boyu sürdürdükleri bu yaşam biçimini kanıksamış, yaptıklarının doğru olduğuna inanmış durumdaydılar. Yasalara uygunluğu veya başkalarının yaşamlarının nasıl etkilediği konusunu düşünmüyorlardı bile. Kaçakçılığın her türü onlar için doğaldı. İşleri buydu. Onların gözünde diğer insanların para kazanmak için yaptıkları diğer işlerden hiç farkı yoktu.


Devletin yetersizliğinden kaynaklanan çaresizliklerde, devletin boşluklarını bir başkaları doldurmuştu. Münferiden yapılan yasa dışı iş olmaktan çıkıp, neredeyse yasal işler kadar aleni yapılan iş kolu haline dönüşmüştü kaçakçılık. Bu kaçakçılığın en önemli kalemlerinden birisi silah diğeri de uyuşturucu oluyordu. Onlar için, kaçak getirdikleri çaydan, sıgaradan, kumaştan, oyuncaktan, müzik setinden, benzinden hiç farkı olmayan ürünlerdi uyuşturucu da, silah da.. Ekmek paralarıydı, geçim kaynaklarıydı..

Devletin zamanında önlem alamaması ile güçlenmişlerdi. Güçlendikçe daha iyi organize olmuşlardı. Kaçakçılığı meslek edinmiş bu insanların bir kısmı, yeterli güce ulaştıklarında kuryelik yapmayı bırakarak işin tüccarlığına soynumuşlardı. Böylece daha fazla kazanmaya başlamışlar, daha fazla organize olmuşlardı. Kazandıkça güçlenmişler, daha fazla güç aramışlardı.. Güçlü oldukları yörelerin de neredeyse yönetimlerini ele geçirmişlerdi.


Bugün, devletin onların üzerine gittiği güce neredeyse denk gelecek bir güç ile, onlar da ilgili devlet birimlerinin içine saldırıyorlar, devletin içindeki görevlileri satın alabiliyorlar, tayin ettirebiliyorlar, üzerlerine suç atarak tutuklatabiliyorlar, öldürtebiliyorlar ..


Devlet bu kaçakçıları durdurmak için ilgili birimlerini görevlendiriyor. Ancak, devlet bu birimlerde görev yapan elamanlarının çocuklarının ihtiyaçlarının yarısını bile karşılayamayacak kadar fakir. Görevli hem böylesi zorlu bir gücü yenmeye uğraşacak, hem de evindeki çocuğunun karnını doyuramadığı gibi icralarla, borçlarla uğraşacak, bir ayakkabı almak için günlerce düşünecek...


Böylesine bir yaşam biçiminde, bazen çok da zor olmuyor havluyu atarak, kendi ailesini rahat yaşatabileceği, çocuğunu okula gönderebileceği rüşveti, hatta bazen ortaklıkları kabullenmesi. Bazıları da zaten baştan satılmaya hazır olabiliyor, kendi refahı ve aç gözlülüğünü tatmin için.. Her şeye rağmen direnebilen görevlilerin de yollarını, böylesine organize olmuş ve güçlenmiş olanların kesmeleri, arzu edildiği kadar zor olmuyor. Onlar kadar, belki de onlardan daha fazla devlet kayıplar veriyor aslında bu kovalamaca içerisinde... güven kaybını hiç saymıyorum.. devlet gururunu da.. kaybettiği gelirleri de.. uluslararası prestij kayıplarını da..

Elbette doğuda fakirlik de var, az gelişmişlik de var.. Bunun en iyi ispatı da, bugün kaçakçılığın bu denli yaygın olması.. Bu sayede güçlenenlerin, rakiplerinin çıkmasına engel olmak, kendi güçlerini korumak adına yaptıkları, yapabildikleri ve yapabilecekleri de, o bölgelerin yoksulluğunun en iyi ispatlarından. Şu anda terör belasının getirdiği fakirleşmeleri de üzerine eklersek hem devlet hem de vatandaşın fakirlik oranı katlanıyor. Devletin terörü durdurmak için harcadığı bütçenin bu bölgeyi kalkındırmak için harcaması gereken bütçeyi aştığı da herkesce bilinen bir gerçek. Devletin boş bıraktığı veya yeterli el uzatamadağı her şey, böylesi fırsatlar bekleyenler için bulunmaz nimet.


Devletin bütün bunların önüne geçebilmesi için, öncelikle sebeplerini ortadan kaldırması gerekiyor. Devletin bu sebepleri ortadan kaldırabilmesi için, öncelikle kasasına sürekli artarak giren ve yapılması planlananlara her şekilde fazlasıyla yetecek bir paranın olması gerek. Ancak o zaman ülkenin her yerinde yaşayan vatandaşların refah düzeyi artacaktır ve karnını doyurmak için çözümü, yasal olmayan yollarda aramayacaklardır. Bunu gerçekleştirebilmek için ise, bu devletin vatandaşı olarak, bizlerin de son kuruşuna kadar dürüstçe vergilerimizi vermemiz gerekiyor. Bizlerin son kuruşuna kadar dürüstçe vergi verebilmemiz için de; devletin, vergileri adaletli biçimde alması ve topladığı vergileri de son kuruşuna kadar ülke yararına kullanması, kayırmalar falan yapmaması gerekiyor. Vergi ödeyenin kalbine şüphe sokmaması gerekiyor. Hani ben eşek gibi çalışıyorum, devlet elimden alıyor sonra da birilerine peşkeş çekiyor diye düşünmemesi gerek. Daha fazla vergi toplayabilmek için, yakalayabildiği insanların eline geçenin yarısından fazlasına, mafya tarzında cebren el koymak yerine, onların ödenebilir düzeyde düşük olduğu ama daha fazla üretip daha fazla vergi ödeyebilmelerini sağlayacak teşvik ve yöntemler bulması gerek..


Devletin bütün bunları yapabilmesi için, yönetimdeki her bireyin, üstlendiği görevin sorumluluklarının bilincinde olması ötesinde, yeterli donanım ve tecrübeye sahip olması, danışmayı, kime danışacağını bilmesi, topladığı bilgileri analiz edebilmesi ve uygulamayı yönetebilmesi, gerektiğinde revize edebilmesi... gibi özellikleri olan iyi bir yönetici olması gerek.. Hani şimdi kurumsallaşmış şirketlere yönetici alırken aradıkları özelliklere benzer ama daha sorumlu..özelliklere sahip olması gerek..

Gençliğimde bir gün, tembellik etmek isteği ile anneme evin temizliğinde yardım etmeyi red etmiştim. Annem 'kendi evin olunca ne yapacaksın?' diye sormuştu. Ben  'hizmetçi tutarım' deyince.. Annem şöyle cevaplamıştı ' Eğer şimdi poponu kaldırıp da nasıl yapıldığını öğrenmezsen, hizmetçine nasıl talimat verecek, nasıl yönlendireceksin, hizmetçinin yaptığını nasıl denetleyeceksin ?' 


İşte zurnanın zart dediği nokta burası..
Yöneticileri koltuklarına oturtanlar, işin nasıl yapılması gerektiğini bilmiyorlar ise, yeterli donanımları ve tecrübeleri mevcut değilse, seçtikleri insanın yeterliliğini de asla bilemezler, denetleyemezler. Sadece 'güvenilir' olması esası ile hareket edebilirler. Ama kendisi güvendiğinden, ama güvendiği birisi tavsiye ettiğinden.. ya da ' yıllardır bu işi yapıyormuş el yordamıyla bile olsa biliyordur artık...' düşüncesiyle..


Sonuç...?..?..?..


Aynalarımıza baktığımızda görünen neyse o işte...










4 yorum:

  1. Yılmaz Özdil'i cok severım doğruları yazan bı adam,yazılarını hep takıpteyım.
    Bu arada mimledim yapmasanda canın sağolsun sevgıler

    YanıtlaSil
  2. ben de çok severim.. zaten kaç yazar kaldı ortalıkta..
    canım elbette yaparım.. şimdi bakacağım.. ve en kısa sürede yapacağım..

    YanıtlaSil
  3. Değindiğin noktalar öyle doğru ki...

    Yılmaz Özdil gibiler azalsa da, baktığını görebilen vatandaşların olması çok güzel. körü körüne uzaktan tepki vermekle hal olur değil bazı şeyler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok doğrusun.. ama öyle bir noktaya geldik ki körü körüne bile olsa tepki olsun yeter ..diyeceğim..

      Sil