Ben hiç görmedim kendisini.. sadece eski fotoğraflarından biliyorum. İlk hatırladığım yıllardan bu yana adını biliyorum. ‘Ata’ diye bildim hep onu. Neden ‘Ata’ dendiğini ezberledim durdum büyürken. Osmanlı devletinin çöküşü sırasında bir avuç arkadaşıyla beraber harekete geçip uzun süren çaba ve kahramanlıklardan sonra bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş. Devrimler yapmış. Bugünkü özgürlüğümüzü kendisine borçluymuşuz. Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanımın oğlu olarak 18 Mayıs 1881 de Selanik’te doğmuş ve 10 Kasım 1938 de İstanbul da, Dolmabahçe sarayında ölmüş.
Ezberlemek zorundaydım hayatını da yaptıklarını da. Yoksa sınavlardan kalırdım.. ben de ezberledim. Her 29 Ekim'de, her 23 Nisan'da, her 19 Mayıs'ta, her 10 Kasım da Ata’yı andık.. ezbere.. Sonra lise bitti.. kimse zorlayamadı ‘Ata’ ile ilgili bir şey ezberlemeye veya okumaya.. Not almam gerekmedi Ata’nın hayatı veya yaptıkları ile ilgili sorulara cevap verip.. Sadece ezbere bir Atatürk sevdalısıydım.. Gerçek anlamda tanımadığım Ata’yı öğretildği üzere sevmem gerektiği için seviyordum.. o ‘Atatürk’ idi..sevmeliydim..sorgulamadan da sevdim... Atatürk'ü de tanıdığımı sandım.. nokta.
Ezberlemek zorundaydım hayatını da yaptıklarını da. Yoksa sınavlardan kalırdım.. ben de ezberledim. Her 29 Ekim'de, her 23 Nisan'da, her 19 Mayıs'ta, her 10 Kasım da Ata’yı andık.. ezbere.. Sonra lise bitti.. kimse zorlayamadı ‘Ata’ ile ilgili bir şey ezberlemeye veya okumaya.. Not almam gerekmedi Ata’nın hayatı veya yaptıkları ile ilgili sorulara cevap verip.. Sadece ezbere bir Atatürk sevdalısıydım.. Gerçek anlamda tanımadığım Ata’yı öğretildği üzere sevmem gerektiği için seviyordum.. o ‘Atatürk’ idi..sevmeliydim..sorgulamadan da sevdim... Atatürk'ü de tanıdığımı sandım.. nokta.
Ezberler tekrarlanmadıkça unutulmaya mahkümdur.. Sürekli vurgulanan detaylar ile ezberimdeki bazı bilgiler hep kaldı, hatta bazıları gelişti yeni eklerle.. bazıları ise uçtu gitti.. Ben yaşlandım biraz... Seviyordum Ata'mı yine..
Bu arada gazetelerde okuduğum, çevremde sürekli konuşulan bir takım olaylar vardı.. Bir sağ-sol meselesi vardı.. herkes konuşuyordu.. tartışıyordu.. her köşe yazarı ayrı bir yorum yapıyordu… farklı düşünceleri okudukça merak eder olmuştum.. okumayı da oldum olası severdim zaten.. ve bunlar ne diyor diye okudukça önümde farklı bir dünya açıldı..
Atatürk’den önce başka liderleri tanıdım, ezberlemeden.. karşıt fikirlerin söylemlerinden, yazdıklarından tanıdım daha fazla.. karşıt yazarların yazdıklarını okuyarak daha iyi anladım bu sağ ve sol liderlerinin tezlerini, araştırdıkça kendi sentezlerimin oluştuğunu gördüm.. çünkü onların eleştirilerinin nedenlerini, doğruluk paylarını anlamaya çalıştım.. beynimde evirip çevirdim.. anlamaya çalıştım.. ezberlemeden.. çevremde sağcı da vardı, solcu da vardı, hiçbir tarafa ait olmadan hayatını bambaşka yaşayan da vardı.. ben nereye ait olduğumu bulmaya çalışıyordum.. bu yüzdendi anlamaya olan gayretim.. süreç içerisinde buldum kendi yolumu.. Sorunların var olduğunu bilerek, hiç bir şeyi umursamadan, başkalarının fedakarlıkları ile ulaşılacak çözümlerden faydalanmayı doğru göremediğimden, tarafsız kalamadım. Sempatimin ağır bastığı fikri savunan insanların yanında yer aldım.. her ne kadar alt detaylarda onlardan farklı düşünsem de.. farklı düşüncelerimi gizlemeye gerek duymadan.. kendi sentezlerimi söyleyerek.. kendi tezlerimi savunarak.. anti-tezleri anlamaya çalışarak.. gerektiğinde yeni anti-tezler geliştirerek.. inandıklarım için çabalayarak..
Atatürk’den önce başka liderleri tanıdım, ezberlemeden.. karşıt fikirlerin söylemlerinden, yazdıklarından tanıdım daha fazla.. karşıt yazarların yazdıklarını okuyarak daha iyi anladım bu sağ ve sol liderlerinin tezlerini, araştırdıkça kendi sentezlerimin oluştuğunu gördüm.. çünkü onların eleştirilerinin nedenlerini, doğruluk paylarını anlamaya çalıştım.. beynimde evirip çevirdim.. anlamaya çalıştım.. ezberlemeden.. çevremde sağcı da vardı, solcu da vardı, hiçbir tarafa ait olmadan hayatını bambaşka yaşayan da vardı.. ben nereye ait olduğumu bulmaya çalışıyordum.. bu yüzdendi anlamaya olan gayretim.. süreç içerisinde buldum kendi yolumu.. Sorunların var olduğunu bilerek, hiç bir şeyi umursamadan, başkalarının fedakarlıkları ile ulaşılacak çözümlerden faydalanmayı doğru göremediğimden, tarafsız kalamadım. Sempatimin ağır bastığı fikri savunan insanların yanında yer aldım.. her ne kadar alt detaylarda onlardan farklı düşünsem de.. farklı düşüncelerimi gizlemeye gerek duymadan.. kendi sentezlerimi söyleyerek.. kendi tezlerimi savunarak.. anti-tezleri anlamaya çalışarak.. gerektiğinde yeni anti-tezler geliştirerek.. inandıklarım için çabalayarak..
Yaşandı bir çok olumlu-olumsuz olaylar… acı anılardı.. insanı daha fazla düşünmeye mecbur eden olaylar… kendisini ve çevresini sorgulatan olaylar.. ‘Ne?’.. ‘Neden?’.. ‘Niçin?’.. sorularının birbiri ardına, kesintisiz biçimde, insanın beynini yorduğu olaylar.. Sonrasında ise bıçak gibi kesildiği sanılan olaylar.. Sinsi sinsi sürüp giden olaylar…
Bu sürecin bana en büyük öğretisi, ‘düşünmek’ ile tanışmak oldu.. Düşünmek, düşünmeyi bilmek insanı öyle bir sürecin içerisine çekermiş ki meğer… önüne konulanın ne olduğunu anlamak, önünü-arkasını bilmek, öğrenmek istermişsin.. kendini daha iyi tanımaya başlarmışsın.. çevreni daha iyi tanımaya başlarmışsın, oltalara takılmış sazanlar gibi olduğun yerde çırpınmazmışsın değişik bir davranışta canının yanmasından korkarak.. sürekli öğrenmeyi istermişsin, sürekli gelişmek istermişsin sadece kendinle yarışarak.....düşünmek, insanı kendi boyunduruğundan kurtarıp da özgür bıraktırırmış..
Düşünmek, sorgulamayı da beraberinde getirince, ezberlerim birer birer bozuldu.. dünyamdaki her şey farklı şekilde yeniden biçimlenmeye başladı…
‘Atatürk’ kavramı bu süreçte yeniden gündemime oturdu.. ezberlerlerimi bir kenara bırakıp baştan öğrenmeye çalıştım Ata'mı, daha fazla sevebileceğimi hiç düşünemeden.. Mustafa Kemal’in ‘Atatürk’ olana kadar ki yolculuğunu anlamaya çalıştım… Sade bir Mustafa kemal'in Atatürk olması hiç de öyle basit değildi.. Sadece ‘zeki’ olması yeterli değildi.. sadece ‘akıllı’ olması da.. sadece ‘cesur’ olması da.. sadece ‘karizmatik’ olması da.. sadece ‘iyi eğitimli’ olması da… ‘sadece ‘özgürlüğü’ sevmesi de.. sadece ‘askeri eğitimli’ olması da… sadece ‘ yakışıklı’ bulunması da… sadece ‘iyi hatip’ olması da.. sadece ‘ iyi insan’ olması da…sadece ‘özgüvenli’ olması da…sadece ‘lider’ özelliklerine sahip olması da.. vs..vs.. çünkü bu özelliklerin hepsini veya çoğunu taşıyan bir sürü insan vardı.. her daim de varlar..
Atatürk’ü diğerlerinden farklı kılan, o günlerde bulunulan şartları farklı pencerelerden izleyebilecek ve kavşakların nereye taşıyabileceğinin olasılık hesaplarını yapabilecek kadar iyi bir düşünür olmasıydı. ‘Düşünen Adam’ ve ‘Güvenilir Adam’ özelliklerinin içiçe geçtiği bir şemsiyenin altında toplanan, iyi - kötü - güçlü - zayıf kişilik özelliklerinin toplamı ile ‘ATA’ olmuştu bir ulusa.
Hataları olmamış mıydı? Elbette olmuştu.. Öngörüleri hiç yanlış çıkmamış mıydı.. Elbette çıkmıştı.. Neticede, O da bir insandı. Ama doğruları o kadar fazlaydı ki.. sonuçta, kendisine güvenerek, ayaklarındaki çarıklarla, sapanlarla, kazmalarla arkasına düşüp savaşan, evlatlarını hiç düşünmeden şehit olmaya yollayan analara, babalara, tüyü bitmemiş delikanlılara, daha gerdeğe girmemiş gelinlere, kucaktaki bebelere, doğmamış nesillere ‘bağımsız’ olarak yaşayabilecekleri kendilerine ait bir vatan verebildi. Hem de kendi diktasını ilan etmek yerine ‘demokrasi’nin temelini atarak.. asırlarca ‘kul’ olmuş bir milletin kendi efendisi olabileceğine olan inancıyla…
İdeallerini gerçekleştirirken doğruları o kadar fazlaydı ki.. esaret altındaki ülkelerin bağımsızlık savaşlarının liderlerinin örnek aldığı lider oldu…. Düşmanlarının bile saygı duyduğu lider oldu.. Zaferle biten bir savaşın başkomutanı olmanın ötesine geçen, bir ulusu küllerinden yaratan, gelişmiş medeniyetlere kafa tutacak duruma geçiren bir lider oldu.. Düşünmenin de, bağımsızlığın da, ilerlemenin de, liderliğin de hedef değil, sonu olmayan bir yolculuk olduğunu gösterdi..
Bize bıraktığı asıl miras da buydu... O bir yolculuğu başlatmıştı, arkadaşları ile, kendisine güvenenlerle beraber binerek o kara trene…bıraktığı yerden devam ettirecektik tren yolculuğunu.. bindiğimiz tren eskiyip bizi yolda bırakmadan kendi yeni trenlerimizi üreterek, yolculuklarımızı sürekli kılarak.. O yüzden bilimin önemini vurgulamıştı hep.. o yüzden öğretmenlere emanet etmişti gelecek nesilleri... o yüzden sanatçılara değer vermişti..o yüzden köylüye değer vermişti...o yüzden o daracık bütçeye rağmen okutmaya yollatmıştı gençleri Avrupa'larda.. dönüp geldiklerinde, gidemeyenleri yetiştirsinler diye.. o yüzden devrimleri başlatmıştı sürekli yeniliklere, gelişmelere açılsın kapılarımız diye...
Bize bıraktığı asıl miras da buydu... O bir yolculuğu başlatmıştı, arkadaşları ile, kendisine güvenenlerle beraber binerek o kara trene…bıraktığı yerden devam ettirecektik tren yolculuğunu.. bindiğimiz tren eskiyip bizi yolda bırakmadan kendi yeni trenlerimizi üreterek, yolculuklarımızı sürekli kılarak.. O yüzden bilimin önemini vurgulamıştı hep.. o yüzden öğretmenlere emanet etmişti gelecek nesilleri... o yüzden sanatçılara değer vermişti..o yüzden köylüye değer vermişti...o yüzden o daracık bütçeye rağmen okutmaya yollatmıştı gençleri Avrupa'larda.. dönüp geldiklerinde, gidemeyenleri yetiştirsinler diye.. o yüzden devrimleri başlatmıştı sürekli yeniliklere, gelişmelere açılsın kapılarımız diye...
Bize o yolculuğun anlamını anlatmaları, öğretmeleri gerekti… bize o yolculuk bitmiş gibi, geçmiş parkurlardaki duraklarını ezberletmek yerine.. O yolculuğun anlamını öğrenmek gerekti trenin raydan çıkmaması için.. yeni trenler yaparak daha hızlı yol almak için …
Ama dedim ya.. O da bir insandı.. bazen öngörüleri şaşardı diye.. bu da onlardan birisi olsa gerek.. nesillere bu yolculuğun gerçekte ne olduğunun anlatılacağını sandı, kendisinin gençliğe hitabesinde işaret ettiği gibi.. öngöremedi, düşünme tembeli insanların, ezberlere sığınarak 'düşünme' yi suç sayacaklarını.. düşünmekten kaçınacaklarını...
Özellikle orta çağda, dinlerin bile, bazı zümreler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda çarptırılması gibi... insanlara, dinlerin temeli olan sevgiyi öğretmek yerine, engizisyonlara kadar varan şiddetlerle, cehennem korkularıyla düşünen insanları sindirmeye çalışarak halkıın gözünü korkutup, üç-beş ezbere ritüeller ile kontrolü ellerinde tutmaları gibi.. bir kısım ruhbanların zenginliklerine zenginlik , güçlerine güç katmak için gerçekleri anlaşılmaz hale sokmaları gibi..
Özellikle orta çağda, dinlerin bile, bazı zümreler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda çarptırılması gibi... insanlara, dinlerin temeli olan sevgiyi öğretmek yerine, engizisyonlara kadar varan şiddetlerle, cehennem korkularıyla düşünen insanları sindirmeye çalışarak halkıın gözünü korkutup, üç-beş ezbere ritüeller ile kontrolü ellerinde tutmaları gibi.. bir kısım ruhbanların zenginliklerine zenginlik , güçlerine güç katmak için gerçekleri anlaşılmaz hale sokmaları gibi..
Ne yazık ki.. tüm düşünen adamların başına aynı şey geldi… ama bir başka şey daha oldu, her seferinde.... Düşünen adamları yok etmeye çalışan zümrelerin bizzat kendileri, düşünen adamların ‘düşünceleri’ nin yolunu takip edip, onların yarattıkları olanaklardan yararlandılar.. aslında, en fazla onlar dinlediler düşünen insanları.. kendi başarılarını sağlamak için.. Martin Luther'i Vatikan'dan daha iyi kim tanır... tıpkı şeytan icadı demelerine rağmen... matbaayı, radyoyu, televizyonu ve tüm diğer icatlarını kullandıkları gibi, düşüncelerini de kullandılar 'düşünen' insanların....
Yeri geldi simge ettiler düşünen insanları… yeri geldi köprü ettiler.. yeri geldi araç ettiler.. kendi davalarına.. kendi çıkarlarına… oysa düşünen insan kimseye ait değildir... sürekli revize eder düşüncelerini.. çünkü bilir ki, hiçbir insan, hiç bir gün ve hiç bir ortam aynı kalmaz... hele de öğrendiği yeni bilgilerle dünkü gibi düşünmesi de mümkün değildir.. o'nun için,hedefler duraklardır, yerleri değişebilir.. farklı parkurlara taşınabilir.. ama 'daha iyi yaşam' hedef olarak düşünülmesi mümkün olmayan sonsuz bir yolculuktur.. yanlışlarında ısrarcı da değildir, bu nedenle... zaten herkesten önce kendisi farkına varır çoğunlukla.. uyarıları dinler.. yanlışlarını düzeltmek için gerekeni yapar.. düşünen insan kendine bile ait değildir ki... bir zümreye ait olsun.. kendini bir zaman dilimine mahküm etsin.. Her zümre, her zaman diliminde düşünen insanın fikirlerinden yararlanabilir, telif hakkı falan da ödemeden..
İşte Atatürk'ün fikirleri de, vatann dediği topraklarda yaşayan milletinin tamamına, hatta dünyaya aittir.. O'nu anlayıp açtığı yoldan giden herkese ait.. varsın, doğum tarihini bilmesin çocuklar.. varsın annesinin babasının adını bilmesin gençler.. ama Atatürk'ün fikirlerini tanısınlar, kavrasınlar.. O'nun açtığı yolda ezbercilikle, kopyacılıkla, kullukla değil.. düşünen, üreten, özgür ve onurlu bireyler olarak, tek yumruk olmuş bir ulus olarak gidebileceklerini kavrasınlar.. işte o zaman Atatürk’ü öğrenmiş olacak herkes.. işte o zaman Atatürk'ü gerçekten sevecek ve sayacaklar... ister çiftçi, ister fabrikatör, ister akademisyen, ister şu, ister bu.. işte o zaman Ata'nın çocukları olacak.. işte o zaman baktığı resimde, baktığı büstte, baktığı heykelde başka bir şeyler görüp değer verecek.. hatta sadece Ata'yı ve miraslarını değil, o eseri veren sanatçının emeğini, hayallerini, inançlarını bile görebilecek.. o sanatçıya da, emeğine de saygı duymayı bilebilecek.. tıpkı sevdiği babasının resmini evinin baş köşesine astığı, koynunda sakladığı gibi değer verecek.. haylazlık yapıp da Ata'sının resmini karalayan bebeğine, işte o zaman 'yapma çocuğum.. ' diyebilecek...
Dikilen heykellerin, duvara asılan resimlerin, ne varlığı ne de yokluğu yeter Mustafa Kemal'i Atatürk olmaktan alıkoymaya.. Dünyadaki bütün arşivler yeniden yazılsa da o vazifesini hakkıyla yerine getirdi.. bağımsız ve kendine yeten, bilimde, sanatta söz sahibi olan bir toplum olma yolculuğunu başlatarak… o ‘düşünen insan’ için değişecek hiçbir şey yok artık..
Ya bizler? Bizler ne yaptık? çocuklarımıza anlattık mı Atatürk’ü…? Atatürk felsefesini... kendi hikayelerinin içerisine dahil ettik mi Ata'larını...
Bize anlatamadılar, anlatmadılar, biz de anlatamadık, anlatmadık... yaşam biçimi etmedik, edemedik.. kolayına kaçıp ezberlerden medet umduk.. ki…Atatürk’ün de, o günkü halkın da hiç şüphe etmediği bağımsızlığımızdan, biz neredeyse 1950 lerden beri şüphe ediyoruz.. bir sivil anayasamızı yapamıyoruz.. eğitim sistemimizi oturtamıyoruz.. devletimize, hukuk sistemimize, polisimize, öğretmenlerimize, kendi oy verdiklerimize, ortaklarımıza, arkadaşlarımıza ve kendimize güven sorunu yaşıyoruz..
Ama işin kolayına kaçmayanlar hep yol aldılar.. onlar kendi felsefelerini yaydılar... ve bunun son durağı olmayan bir yolculuk olduğunun bilinciyle sürdürdüler yolculuklarını... pes etmeden.. dünya bu örneklerle dolu... bırakın ülkeleri, birbirleriyle rekabet eden şirketler bile kendi felsefelerini, kendi ürünlerini yaymak için neler yapıyor ona bakmak bile yeter.. bir ürün reklamına harcanan emeklere bir bakın.. Coca Cola - Nescafe - Nokia - vb.. bir sürü krallığını ilan etmiş markalar bile devamlılığı sağlamak adına kaç takla atıp ne emekler veriyorlar, ne masraflar ediyorlar, ne reklamlar yapıyorlar, ne rüşvetler bile veriyorlar... hiç durmuyorlar.. hiç..
'Ne olmuş yani 3-5 çocuk haylazlık ettiyse, ya başı açık çocuklarınız etseydi' dediler bazı köşe yazarları.. haklıydılar da.. onların yaptıkları neydi ki..devede kulak.. biz yetişkinlerin yaptıkları ve yapmadıkları yanında.. keşke sadece büstleri korumakla olabilseydi.. veryansın edeydik üzerine düşen tüye bile... saklasaydık kristal koruyucular içerisinde... keşke yetseydi Atatürk'ü anlamaya, Atatürk çocuğu olmaya.... yetmediğinin ispatı değil mi zaten olayın kendisi de, üzerine her zümreden yazılıp - çizilip -söylenenler de... 'sizin çocuklar, bizim çocuklar' diye bir ülkenin çocuklarını fütursuzca bölecek, kendi amaçlarına, söylemlerine alet edecek kadar Ata'nın izinden uzak...
Ya Atatürk ve onunla yola çıkan tüm diğerleri bizim gibi yapsalardı?...
Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılarak ortadan kaldırılmasına, Atatürk ve arkadaşları, tepki göstermeselerdi...oturdukları yerden konuşup da harekete geçmemiş olsalardı... oturdukları yerden bölücülük yapsalardı, düşmanların da arzuladığı gibi.... başı örtülü, başı açık, değişik ırklardan, değişik dinlerden bu millet tek yumruk olup, onların ardına takılıp canları pahasına eyleme geçmemiş olsalardı... bugün hangi pasaportu taşıyor olacaktık?
'Keşke...' diyenler var ise... tek bir kişi bile.. Atatürk'ün açtığı yoldan sapıldığı içindir.. Atatürk'ün ektiği umut ve güven dolu Türkiye tohumlarının yeşermesini sağlamadığımız içindir.. Ata'mızın çok güvendiği beyinlerimizi kullanmadığımız, onurumuza, geleceğimize, haklarımıza, vatanımıza sahip çıkmadığımız, kendimizi de Cumhuriyetimizi de olması gerektiği gibi geliştiremediğimiz içindir..
Atatürk'ü tanımak, anlamak gerek önce.. sonra karar vermek gerek Atatürk'ün fikirlerine katılıp katılmadığına.. bir insanın fikrini benimsememek kimseye hakaret etme hakkını vermez... fikirlerine veya kişiliğine yapılacak saygısızlıklar Atatürk'ün fikirlerinin değerinden ve yaptıklarından hiç bir şeyi eksiltmeye yetmez.. hele de büstüne veya resmine kasıtlı veya kasıtsız 'haylazlık' yapmak... Sadece bunu yapanların cehaletini gösterir.. onlara kızmak değil, onları eğitmek gerekir daha iyi fikirler üretip, daha yararlı insanlar olup öyle eleştirsinler Ata'yı diye..
Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılarak ortadan kaldırılmasına, Atatürk ve arkadaşları, tepki göstermeselerdi...oturdukları yerden konuşup da harekete geçmemiş olsalardı... oturdukları yerden bölücülük yapsalardı, düşmanların da arzuladığı gibi.... başı örtülü, başı açık, değişik ırklardan, değişik dinlerden bu millet tek yumruk olup, onların ardına takılıp canları pahasına eyleme geçmemiş olsalardı... bugün hangi pasaportu taşıyor olacaktık?
'Keşke...' diyenler var ise... tek bir kişi bile.. Atatürk'ün açtığı yoldan sapıldığı içindir.. Atatürk'ün ektiği umut ve güven dolu Türkiye tohumlarının yeşermesini sağlamadığımız içindir.. Ata'mızın çok güvendiği beyinlerimizi kullanmadığımız, onurumuza, geleceğimize, haklarımıza, vatanımıza sahip çıkmadığımız, kendimizi de Cumhuriyetimizi de olması gerektiği gibi geliştiremediğimiz içindir..
Atatürk'ü tanımak, anlamak gerek önce.. sonra karar vermek gerek Atatürk'ün fikirlerine katılıp katılmadığına.. bir insanın fikrini benimsememek kimseye hakaret etme hakkını vermez... fikirlerine veya kişiliğine yapılacak saygısızlıklar Atatürk'ün fikirlerinin değerinden ve yaptıklarından hiç bir şeyi eksiltmeye yetmez.. hele de büstüne veya resmine kasıtlı veya kasıtsız 'haylazlık' yapmak... Sadece bunu yapanların cehaletini gösterir.. onlara kızmak değil, onları eğitmek gerekir daha iyi fikirler üretip, daha yararlı insanlar olup öyle eleştirsinler Ata'yı diye..
Atatürk ve Atatürk'ün düşüncelerini bir yaşam süreci içinde karşılaştırmalı olarak ele alışınız güzel oldu. Atatürk'ü ezberlemek yerine O'nun düşüncelerini anlamak gerektiğini vurguluyorsunuz ki bu da önemli. Daha önemlisi Atatürk'ün düşüncelerini nasıl kavratabileceğimiz konusunda Uluslar arası şirketlerin çalışmalarından ip uçları gösteriyorsunuz.
YanıtlaSilAtatürkle ilgili bu denemenizin yararlı olacağını sanıyorum. Atatürkçülük tek kelimeyle Akılcılıktır. Aklımızı kaybetmediğimiz sürece Atamızı kaybetmeyeceğiz.
Erkekler ağlamaz diyorlar ama ağlamak istiyorum :(
YanıtlaSilhocam, yorumunuza ve ilginize teşekkür ederim.. dilerim yararlı olur, dilerim hem Ata'mızı, hem kendimizi, hem de çevremizdekileri anlayabilir, algılayabilir kadar aklımızı kullanabiliriz, her daim...
YanıtlaSilbolat, erkekler de ağlar.. hele de sorumluluklarını kemiklerine kadar hissedenler kesinlikle ağlar çaresizliklerde.. 2012 yılında, 21inci asırda, 25 yaşın üzerindekilerin ortalama eğitim düzeyinin 6,5 yıl olduğunu biliyorsa, sırf bu nedenle bile dünyanın ilk 10 ekonomisi içerisinde yer almasının olanaksızlığının farkındayda, hüngür hüngür ağlar.. bırak geriye kalan nedenlerini..
YanıtlaSilgünümüzden en az yarım asır önce dahi
YanıtlaSiltüm dogmalardan ve ezberlerden sıyrılıp
"fikri hür vicdanı hür insanlar" dileyen bir lider
ki öyküsünü bir gün kimse anlatmasa bile
tarihin kaydedildiği sayfalar hakkını teslim eder biliyorum
çünkü insanlar kadar vefasız değildir zamanın yaşanılanlar hafızası
şimdi suyu tersine akıtmaya gücü yetse herkesin
veya bir kaç kuşağın hafızasını silebilse bile tümden
yada onun kapladığı zaman diliminin üzerine siyah bir örtü gerilse
çok kötü biriymiş ki diye aşılansa herkese hepten
o
eksik ve olanaksızlıklar arasında işgale direnen o savaşları hep kazanmış olarak kalacak
ve herkesin kaçıştığı o yıllarda
yada kendini kurtarmanın kolaylığında gezindiği zamanlarda
otoriteye ve tüm olumsuzluklara karşı direnişiyle
ve kuru lafta kalmayarak
o yolda adım adım bir kıvılcımı inatla çaka çaka
kocaman bir ateşe çevirişiyle
yurdun üzerine çöken o karanlığı yakıp yeni bir aydınlık yarattığını kimse değiştiremiyecek
bütün yaptıkları hep yapılmış olarak kalacak
kim ne kadar yok saysa
yada önemsizleştirmeye de çalışsa
örneği tarihte az görülen bir başarı öyküsü olarak kalacak hep tarihin derinliğinde
ki onu kendi yurdunda eğer bir gün hiç kimse sevmiyor olsa bile
dünyanın herhangi bir yerinde misal bir yabancının gözünde dahi hakkı ister istemez teslim edilecektir
o yılları araştıran en özensiz bakışa bile
yaptıkları görmezden gelinemeyecek kadar kocaman bir mucizeler geçidi gelecektir
...
hatasız hiç kimse yok elbet
ama ömrüne bunca başarıyı sığdırabilmiş ve bir ulusun kaderini arsız ülkeler elinden alıp
yine bu halkın kendi ellerine verebilmiş bir öndere
dayatılmış bir saygı değil elbet
ama yürekte bir vefakar sevgiyi dahi çok gören
hatta ona nefret besleyen ve gün gün çoğalan kalabalıkları görünce üzülmüyor değilim bir an
ama dedim ya
o savaşları hep kazanmış olarak kalacak o
anafartalar da çanakkale de
ve o günlerde yıkık virane yurdumun her yerinde
umutsuzluklar arasında dahi uzanıp dokunacak zaferlerine
talan halinden alıp çıkartmış olarak kalacak bu toprakları
yarın hiç kimse sevmese bile
yada onun yaptığı herşeyi tesine çevirse bile bir gün
kazandığı savaşları
boyun eğmeyen özgürlük çabasını
ve onun
vicdanı hür fikri hür kuşaklar için çabaladığını
kayıtlarında taşıyacak kadar dürüst
umuyorum, tarih...
/yorum, günümüz türkiyesi
ve akışına bakınca
kendi kişisel algımla fazlaca
pesimist bir iç duygusuyla yazılmış gibi gelebilir, kabul ediyorum : )ama her zaman bu kadar karamsar değilim : ) bundan daha beterim : ) /
kesinlikle.. tarih bir gün daha fazlasını serecektir gözler önüne..
YanıtlaSilben her şeye rağmen karamsar olmamaktan yanayım..
Atatürk tanrı olarak sunuldu bize.. Bu yüzden Atatürke tapan insan kadar tapmayanda çıktı.. İnsan olarak değerlendiremedik.. Öyleki Atatürk bağnazları Atatürkü insan olarak değerlendirmeyi bile suç saydı..O tanrıydı.. Eleştirilemez bir tanrı.. Onunla çelişkiye düşmek vatan hainliğiydi..
YanıtlaSilDüşünce özgürlüğü nerede kalmıştı?
Ezbere Atatürkçülük katı bir dindi benim açımdan..
Bu yazdıklarım benim kendi fikirlerim.. Atatürk benim için saygı duyulması gereken bir liderdir..
Atatürk'ü yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla yargılamak gerek. Yaptıklarının hepsi çağdaş bir ülke yaratmak adına doğruydu. O gün, onun gibi düşünmek dahilik olarak adlandırılabilir ancak. Bugün geldiğimiz noktada,'Hataları var' demek, bizim ileri yaşlara geldiğimizde 'ah keşke şunu yapmasaydım ya da şöyle yapsaydım' dememiz gibidir. Geçmişten ders almak gibi. 'Hataları var' demek, benim gözümde yapması gerektiği halde yapmadığı şeyler demektir. Örneğin bir toprak devrimi katılamaz mıydı devrimlerin arasına? Katılabilirdi, sanırım düşünmüştür. Herhalde o günün koşullarında mümkün değildi. Bugün sıkça sözü edilen Federasyon aklına ve gündeme düşmemiş midir? Bence düşmüştür... Ölümünden sonra 75 yılda bizim çözemediğimiz ve yapamadığımız reformları 90 yıl önceki kurtarıcımız niye yapmadı diye şikayet etmek, ancak bizi küçük düşürür. Onun bıraktığı yerden alıp ileri görürecek olan nesiller, yani bizler üzerimize düşen görevleri ülkemiz adına yerine getirememişiz maalesef..
YanıtlaSilsevgili Dönence, özetle, gerçek anlamda Ata'yı tanıyamadık.-saygı duyulması 'gereken' demenden dolayı bir not düşmek istedim. gerektiği için değil, eserlerine,yaptıklarına,kişiliğine saygı duymayı hissetmek gerek. Ölmüş bir insana saygı duyulması için yaptıklarının,eserlerinin,kişiliğinin doğru anlatılması çok önemli.
YanıtlaSilbabasınıhiç tanımamış bir çocuğa babasını bir anlatırsın sever sayar, bir başka anlatırsın adını duymak istemes.. ona babasını doğru tanıtman gerekir. yanlış tanıtırsan bir başkalarından babasını öğrendiğinde senden uzaklaşabilir, seni suçlayabilir.. mesele babasını doğru tanıtmakta..
yorumun ve ilgin için çok teşekkür ederim
sevgili Hektor, çok haklısın, eleştirileri yaparken, o günkü koşulları düşünmek gerekir. benim 'hatalar' diye kast ettiklerim insan olarak, özeliyle ilgili hatalardır.. istisnasız herkesin olduğu gibi.. belki onun da 'keşke'leri olmuştur her bakımdan.. ama bu insan o kadar çok zorunlu olgu ile ilgilenmek, çözüm bulmak, ikamesini kurgulamak zorundaydı ki.. yapamadıklarını sorgulamaya hakkımız yok bugün.. bulunduğu koşullarda yaptıklarıyla dünya dehasına saygı duymadı mı?
YanıtlaSilbu yazı ve yorumlarda yer alan her kelimeye tüm gönlümle kapılıyorum, katılıyorum!
YanıtlaSilonu rüyamda gördüğümden beri ayrı hüzünlü, ayrı düşkünüm Ata'ma!
okumuştum rüyanı anlatan gönderini, tren benzetmesinde senin rüyanın etkisi de var itiraf edeyim..
YanıtlaSilayrıca teşekkür ederim yorum yazdığın için...
Padişahın damadı olmasına ramak kalmıştı, ya olsaydı... ?
YanıtlaSilkişilik bu oldukça sonuç aynı olurdu ama bugün tefe koyanlar babasına ihanet eden adam olarak malzeme etmeye kalkarlardı..
Silşener şen, meltem cumbul falan oynamıştı bir film vardı.. adıaklımda değil.. çocuklar öğretmen olan babayı başka çocuklara daha fazla değer vermekle suçluyorlardı. idealist olanlar için önce idealler sonra sevdikleri ve en son kendisi gelir. o yüzden idealistlerin aile bağları sorunludur. eğer bir gün isimleri belli bir statüyü simgeleyecek duruma gelirse aileler o zaman 'bizim babamızdı' bizim çocuğumuzdu..bizim annemizdi falan derler ama şener şen'in simgelediği öğretmen karakterinde olduğu gibi sıradanlığı devam ederse aynen onun çocuklarının eleştirileri ve suçlamaları ile tek başına kendisiyle hesaplaşır durur..