1 Ara 2011

Başkasının ayakkabısını giymeyi iyi biliriz..



Sürekli empati kurmaktan bahsedip dururuz, bir sürü ata sözünü her fırsatta kullanırız; karşındakinin ayakkabısını giy, iğneyi kendine çuvaldızı karşındakine batır, damdan düşenin halinden damdan düşen anlar…gibi..
Ancak iş uygulamaya geldiğinde bütün bunlar unutulur…
Hele de birisiyle tartışıyorken.. o üstün gelme, baskın çıkma dürtümüz var ya..asla önüne geçmeye çabalamayız.. bizi öylesin esir alır ki, amacımızı fazlası ile aşan sözler sarf ederiz yine de fren yapamayız..bazen fiziki şiddete kadar götürürüz işi..ama geri adım atmak ‘pardon’ demek hepsinden daha zor daha ağır geliyor..
‘ben’ üstün durumda olduğu ve hiçbir eleştiri gelmediği anlarda hepimiz gönül rahatlığı ile sohbet eder ve başkalarının ayakkabılarını giymek gerektiğinden dem vururuz.
Ammma tam o sırada telefonla aradığımız bir insanın telefonumuza hemen yanıt vermemesi veya birkaç aramaya rağmen geriye dönmemesi halinde hiç düşünmeden ‘telefonumdan kaçıyor’ diye hüküm veririz. ‘belki musait değil, belki hasta, belki ..belki..’ demeyiz. Sayısız ‘belki’lerden hemen negatif olanı seçeriz.
Amma devran döner…ve bir gün bize derler ‘telefonuma neden cevap vermiyorsun?’ diye..Böyle bir suçlamaya ateş püskürürüz..’niye kaçayım ki, suçlamadan önce düşünsene….’’ diye..
Bayılırız ‘ben dostlukta paraya önem vermem’ demeye.. gel gör ki dostlardan biri aldığı borcunu zamanında iade edemesin..anında dolandırıcı damgası vurulur..hiç düşünülmez ‘dostum ne kadar utanıp üzülüyordur veremediği için, onu biraz rahatlatayım da dostluğumuz bozulmasın’ diye.. Asla düşünülmez çünkü ‘benim de ihtiyacım var’ en büyük özürümüzdür. Elbette ihtiyaç vardır, ama o dostun elinde yoksa dostluğu öldürmekle ihtiyaç gideriliyor mu? O dostluk bu kadar kolay harcanacak kadar mı değerliydi? Ya sizin başınıza gelseydi ve dost bildiğiniz sizi bu kadar kolay harcasaydı?
Alacakları tahsil adına evlere icralar gönderilir. Bir zamanlar arkadaş bilinenler, ticaret yapanlar, bankalar tarafından..Eşyalara gerçek değerlerinin çok altına dğer biçerek kaldırıp götürürlerken hiç düşünmezler  geride bıraktıkları enkazları.. dünyadan haberi olmayan masum bir çocuğun icrayı seyrederken yaşadığı travmayı, evin yaşlı dedesinin tek eğlencesi olan  televizyonun gidişine döktüğü gözyaşını, evin hanımının buzluktaki yiyeceklerinin konulduğu tezgahın başında kanı çekilmiş dikilişini evin borçlu reisinin onların yüzüne bakarken hissettiklerini ve bundan sonra her kapı çalışında yaşanan korkuyu…Amma olsun, yediemin depoları ağzına kadar doldu ya…borçluyu pişman ettik ya…biz şimdi empati kurmanın öneminden sohbete devam edebiliriz..
Oğlunun haylazlıkları yüzünden ciğeri yanan dostumuz anneye.. kendi çocuğumuzu sütten çıkmış ak kaşık gibi anlatmayı nedense pek bir severiz..onun derdine ortak olmak yerine hemen ‘benimki seninkinden daha iyi’ temasını işlemek nedense pek keyif verir..
Amma biz empati kurmayı biliriz…başkalarının ayakkabılarını giymeyi değil çalmayı iyi biliriz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder