4 Nis 2014

nedendir ki bu şaşkınlık seçim sonuçlarına????




30 Mart 2014 tarihinde yerel seçimler yapıldı.... sonuçlar ortaya çıktıkça, AKP'nin tüm şaibelere rağmen %43 lerde olduğu görülünce, oldukça büyük bir kesim şaşırdı... sonuca inanmakta zorlandı...

ben de buna şaşırdım çünkü seçimlerdeki etkin olgunun “algı” yönetimi olduğu bilinen bir gerçektir…

AKP, 2002 yılında, eskimiş ve kendini yenileyemeyen partilerin programları nedeniyle siyasi ve ekonomik yılgınlık içerisinde olan ülke vatandaşlarını  Özalvari bir şekilde ortada toplayan yeni umutlar veren bir parti algılaması yaratarak kazandı.

AKP seçimlerden önce yaptığı saha çalışmalarını, seçimlerin sonrasında daha yoğun biçime sürdürdü….

AKPli kadınlar sahalarda erkeklerinden daha fazla çalıştılar... hiç durmadan imece usulu.... kırsallarda da... kentlerde de.... hiç durmadılar.... mesela  yalnız yaşayan yaşlıların evlerine temizliğe gittiler, yemeklerini yaptılar....ihtiyaçlıların ihtiyaçlarına derman olmaya çalıştıklarına ikna ettiler nsanları.. kimi zaman bir paket makarna ile... kimi zaman bir torba kömür ile...  ama hep oralarda dolaştılar... kimi zaman başkalarından bağış olarak topladıkları ikinci el giyecekleri eşyaları dağıtarak.... bıkmadan usanmadan...  örgütlü bir biçimde....  ve örgütlerine hem sempati kazandırdılar… hem yeni üyeler kazandırdılar....

AKP'li ablalar/abiler  maddi ve manevi sahip çıktılar kırsallardan kentlere gelen öğrencilere.... yurtlarda.. üniversitelerde... ve örgütlerine yeni ablalar/abiler kattılar....

AKP'liler, fazlasıyla eleştirdikleri masonlar gbi; kendilerinden olan iş adamlarından alışveriş yaptılar, kendilerinden olanların markalarını satın aldılar, kendilerinden olanlara iş alanları yarattılar, kendilerinden olanlara destek vermek adına daha uzaktaki markete yürüdüler… daha uzaktaki lokantaya gittiler…  iş adamları kendilerinden olan matbaa sahiplerine iş vermek için direk aramak yerine daha pahalıya mal olacağını bile bile kendilerinden olan komisyoncuyu aradılar o da nasiplensin diye…
Bir nevi saadet zinciri kurdular birbirlerini kalkındırmak ve destek olmak adına…

AKPliler organize örgütler halinde, erkekli kadınlı çoluklu çocuklu arı gibi çalıştılar ve bal teknesini azlı çoklu paylaştılar...

AKP liler kentlerde de, köylerde de hep sahadaydılar...

AKP tabanındakiler, “örgütleşme” olgusunun ne olduğunun bilincinde olmasalar da, cemaat ve kırsal kültür geleneklerinden gelmeleri nedeniyle AKP örgütünün geleneksel  hiyerarşik yapısına çabuk adapte oldular ve elde ettikleri olanakları gördükçe birbirlerine daha fazla bağlandılar.

Bugün AKP örgütünün en üst yönetiminin ve üst yönetimlerinin ülkenin geneli ve demokrasi adına ne yapıp yapmadığını tabandakiler umursamıyor...

Tıpkı;

İleride, daha da iyi duruma geleceği umudunu taşıyan ve bugün aldığı ücret ve çalışma şartlarından mutlu olan alt kadrolardaki bir işçi veya memurun;

O şirketin ülkeye katkılarının ne olup olmadığını,
O şirketn diğer şirketlerle olan rekabetini,
O şirketin kar edip etmediğini,
O şirketin teknolojisinin gelişip gelişmediğini,
O şirketin büyüme hızını ve biçimini,
O şirketin vergilerini tam ödeyip ödemediğini,
O şirketin üretim ve/ya hizmet düzeninin doğru işleyip işlemediğini,
O şirketin satın alma sorumlusunun cebine komisyon indirerek  daha pahalı veya daha kalitesiz ürün satın alarak şirkete zarar verip vermediğini,
O şirketin ürünlerinin kalitesinin beyanlara uyup uymadığını...
O şirketin haksız rekabet yapıp yapmadığını,
O şirketin insanların sağlıklarıyla oynayıp oynamadığını,
O şirketin ürünlerini maliyetlerinin çok üzerine satıp satmadığını,
O şirketin genel müdürünün zimmetine para geçirip geçirmediğini,
O şirketin yöneticilerinin sermaye sahiplerinin güvenlerini kötüye kullanıp kullanmadıklarını,
O şirketin yöneticilerinin brleri tarafından denetlenip denetlenmediğini,
Arada bir gördüğünde kendisine iyi davranan Genel Müdürün ve Müdürlerin performanslarının ne olduğunu....
umursamadığı gibi.....
umursamıyorlar…

şirket batana kadar da umursamayacaklar…  şirketin batma ihtimalini bile düşünmeyecekler...

çünkü:
Recep Tayyip Erdoğan, 7 milyon 551 bin 472  elamanı olan AKP şirketinin genel müdürü gibi hareket ediyor… onları başarıyla yönlendiriyor…  öyle aracı/sekreter falan da kullanmıyor .. açıyor telefonu… ‘Alo Fatih…’ deyiveriyor.…
Ve bu Genel Müdür her fırsatta çalışanlarına diyor ki “siz benim için çok önemlisiniz… sizin için ben dünyayı karşıma alırım”  
arada bir aklına esiyor evlerine giriyor onlarla sohbet ediyor…
hangi çalışan işçi koskoca Genel Müdürü evinde ağırlamaktan mutlu olmaz….????  Evine kadar gelen koskoca Genel Müdür’ün kendisini sevdiğine değer verdiğine inanmaz….
Arada bir aklına esiyor, cami çıkışında simitçinin bütün simitlerini alıp oradakilere dağıtıyor…. Simitlerini yerken sohbet ediyor…
Hangi çalışan işçinin hoşuna gitmez Genel Müdürü ile böylesi bir durumu yaşamak…???
Bu Genel Müdür …. Çok güçlü….  Öylesine güçlü ki… koskoca askerlere diz çöktürdü….
Bu Genel Müdür o kadar güçlü ki…. sevdiğini, güvendiğini ihya ediyor…
Bu Genel Müdür, yakınlarına o kadar sadık ve güvenilir ki… yanlış bile yapsalar kendi sevdiklerini sonuna kadar koruyor… asla onları yalnız bırakmıyor…. Kendisini onlara kalkan yapıyor…. başkası olsa onları hemen kapının önüne koyardı...
"
BENİM BAKANLARIMI LEKELİYORLAR 

Bir polis operasyona da gitse, operasyona girdiği büro veya evde külhanbeyi gibi oturup tespih sallayamaz. Bu benim polisime yakışmaz. Külhanbeylilik Türk polisine yakışmaz. İster yargı da ister yürütme de olsun bu yanlışı yapanlar cezalarını çekeceklerdir. Benim Bakan'larımı lekelemek isteyenlerin tuzaklarını benim halkım bozacaktır. CHP yolsuzluk istiyorsa kendine baksın. Mesele yolsuzluk değil, mesele yeni Türkiye meselesi. 
"
Yıllarca kendilerini küçük görerek dışlayanlara hiç korkmadan hadlerini bildiren bir Genel Müdür….
Bu Genel Müdür .. o kadar güçlü ki…. Rakiplerinin… düşmanlarının tüm saldırılarına rağmen o dimdik ayakta duruyor ve silindir gibi ezip geçiyor onları….
Ona rakip olabilecek kimse yok…. o yüzden ona iftiralar atıyorlar… kumpas kuruyorlar…. Ama o yine de direniyor… istifa edip yenilmek yerine savaşıyor ve kazanıyor….
Algı bu….
Ancak tüm bunları yaparken “bilinçli” olarak dışladığı bir kesim vardı…  bu kesimi böylesine aleni bir şekilde dışlayarak, kendi tabanını kendisine karşı etkileyebilecek kesim ile kendi tabanı arasına duvar örüyordu... dışladıklarını kışkırtıyordu... gelen tepkilerle de kendi tabanına "gördünüz mü haklıymışım değil mi?"  diyerek daha bir kendi yanına çekiyordu...
ve ne yazık ki muhalefet de hep bu tuzağa düşerek onun elini güçlendirdi...
Diğer tarafta muhalefet….
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk partisi olan ana muhalefet partisi CHP’nin kayıtlı üye sayısı 953bin 416…. Yani AKP üye sayısı CHPden 8 kat fazla…
Yıllardır “elitler partisi” olarak algılandı….ülkenin tabanı ile bütünleşmeyi beceremedi…. 
“rakı masası devrimciliği” yaptı üyeleri…  sahada çalışmadılar… Anadolu.. Güneydoğu… Karadeniz… varoşlar…. ve CHP birbirlerine yabancılaştılar….  Sahada çalışan rakiplerinin anlattıkları biçimde tanındılar o yörelerde… sadece televizyonlarda görünemiyor olmak… sadece gazetelerde haberleri yapılamıyor olması değildi sorun….  sahalarda yoklardı….  Onların yanlarında yoklardı….  Her televizyon kanalında her gün boy göstermiş olsalardı  bile  “ elit – üstün ” konuşmalarla yine sonuç değişmezdi…  sahalara inip de onlarla bir arada olmadıktan sonra…onları değer verildiğini uygulamalarla göstermedikten sonra…  onlarla yüz yüze aynı dili kullanarak kendini anlatamadıktan sonra… onların seni tanımalarını sana güvenmelerini sağlamadıktan sonra… AKP yöneticilerinden den çok daha dürüst yöneticilere sahip olmak, ülkeyi çok daha iyi yönetebilecek kadrolara sahip olmak, halkın bütününü kapsayacak sosyal devlet plan ve uygulamaları ile halkın bütünün daha güvenli ve daha refah içinde yaşabileceğini uzaktan anlatarak sonuçlar değişmezdi…  
Yılların MHPsi… Türkiyenin en köklü partilerinden birisi olan MHP…. Üye sayısı sadece 363 bin 393….  muhafazakarlığına rağmen…. bir türlü yaygınlaşamıyor… bir türlü sahalarda güven kazanamıyor….  soğuk savaş döneminin  MHP eski militanları imajı ile dolaşan bazı başı bozuklar yüzünden yeni MHP imajının algılanmasını gecikiyor...oysa MHP olumlu anlamda çok değişti… ama bu gerçeği anlatamadı çünkü sahalarda aktif değiller…
Kürt halkı başta olmak üzere  halkların özgürlüklerini temsil ettiğini iddia eden  HDP 15 milyon küsur kürt nüfusun olduğu Türkiye’de, Kürtlerin haklarını savunduğu halde sadece 44 bin 156 üyeye sahip…   HDP sahalardan hiç çıkmadı… hep orada ama yarattığı “algı”  nedeniyle  yaygınlaşamıyor… Kürt Milliyetçiliği ve Özerk Kürt Eyaletleri söylemleri yaygınlaşmasının önündeki en büyük engel… nasıl MHP yıllardır “kafatascı” oldukları algısını yıkamadıysa…. HDP de aynı algı sorunu ile karşı karşıya…
Mecliste,  çoğunluğu elinde tutan AKP karşısında muhalefet  partileri gerçekten çok çaba gösterdi… belki de Cumhuriyet tarihinde ilk defa mecliste muhalefet partileri gerçekten çalıştı… ezici çoğunluğun blok oylarına, davranışlarına, söylemlerine rağmen muhalefet mecliste çok başarılı oldu…
Ama sokakta… mahallelerde… köylerde… kentlerde…hiçbir sahada  muhalefet  partileri gerçek anlamda yoktu…
Maddi olanaklar değildi buna engel…  Gönüllü kadro yaratamamaktı…
Sınırlı sayıdaki sendikalarla diyalog geliştirememekti…
Sivil toplum örgütleriyle diyalog geliştirememekti…
Muhalefet partilerinin üyesi olmayıp destekleyenler yok muydu???
Çoookkk ama onlar seyirci koltuğundaydı… onların çoğu geleneksel taraftarlardı… aktif değillerdi…  üyelik “aidiyet” getirir… hele de üye olunan örgüt üyelerine sahip çıkıyorsa ve onlarda “biz” algısını yaratabiliyorsa… ben o kadar çok CHP üye kartlı insan tanıyorum ki yıllardır CHP merkezlerinden hiç birisine uğramamış olan…. seyirci koltuğunda oturup duran...
AKP sahalarda tek bir muhalefet ile tanıştı ve hatta isimlerini de kendisi koydu: Çapulcular Partisi
Gezi Parkı direnişleri sayesinde AKP ilk defa sahada kaybetmekten ürktü….  
AKP sadece ve sadece Çapulculardan ürktü…
Tıpkı 80 öncesi hükümetlerinin Deniz Gezmişlerden ürktüğü gibi…
17 Aralıklar falan AKP için sivrisinek vızıltısından öte değil….
Camiyi çalan kılıfını hazırlar derler ya… Deniz Feneri olayından farklı değil ki 17 Aralık ve sonrası…  kılıflarını yırtıp bunu değiştirebilecek tek unsur Gezi Ruhunun güçlenerek yaygınlaşmasıydı...
Ama,
17 aralıklarla ve ardından yağmur gibi gelen tapelerle yaratılan mağduriyet algısı….bu kitlelerin üzerindeki Gezi Parkı eylemlerinin etkisini kaldırdı... hatta şaibeli hale getirdi....
Bir zafer kazanırken mutlaka kurbanlar verilir…. cemaat kurban edildi... zaten de ihtiyaçları kalmamıştı artık cemaat kadrolarına ve onlardan kurtulmak için çalışmalara da başlamışlardı... her seçim döneminde olduğu gibi kurbanlar verildi... bir taşla birkaç kuş vurdular... cemaatten kurtuldular... cemaatten ödünç aldıkları kadroların yükünden ve olası baskılarından kurtuldular... paralel devlet bahanesi ile hukuk sistemini tamamen kendilerine bağladılar... gezi parkı olaylarını hafızalarda rafa kaldırtacak kadar hareketli gündemlerle tabanlarıyla ilişkilerini yenilediler... muhalefeti istedikleri mecraya çekerek seçimleri kazandılar...  gezi parkı eylemleri ile cesaretlenen muhaliflerine iyi bir gözdağı verdiler...
Peki ya bundan sonra….?????
Rakı Masalarında devrim yaptığını sanarak hayali zaferler mi???
Sahalara inip de hem tanımak hem tanınmak mı???
Oy ve Ötesi gibi aktif olarak örgütlenmek mi?? Yoksa, nasılsa başkaları koşturuyor ben hazıra konarım mı???
Bilgisayar başında twitter ve facebook larda üç beş söz edip sonra kendi gettolarımıza çekilmek mi??? Yoksa gettoları ortadan kaldırmaya çabalamak mı???
Direk veya dolaylı olarak “Bu ülkenin büyük çoğunluğu aptal” diyerek ötekileştirmek mi???  Birlikte aydınlanmak mı???
Benim istediklerim yapılmıyor… veya…ben aslında şu statüye layıktım vermediler… diyerek sürekli bölünüp… bölüne bölüne yok olmak mı???? Yoksa uzlaşa uzlaşa birleşerek büyümek mi???
Sendikalar.. STKlar hepsi bilmem ne... şöyle düzgün çalışanı bulamıyorum ... diyerek uzak durmak mı... onların içinde yanlışlara karşı mücadele ederek çıkarcıların elinde sendikaların - STKların kirlenmesine engel olmak mı???
Esas mesele ne seçimler… ne AKP olayı.. ne de diğer partiler olayı…  bugün AKP gider bir kopyası gelir... değerlerin bu denli yozlaştığı bir ülkede "şaibe" uyandığında istifa etmek gibi onurlu bir davranış yaşanamaz... çünkü ortak değerler yitirildi yerine "benim doğrum geçerlidir" yerleşti...
Bu ülkenin sorunu… uzlaşarak birlikte yaşama kültürünü geliştirememek… bu ülkenin sorunu demokrasi kültürünü içselleştirememek... ülkenin sorunu hukukun üstünlüğünü özümseyememek….
Bu ülkenin sorunu… rantiyeciliğin benimsenmesi ile orta tabakanın ortadan kalkması sonucunda zengin-fakir uçurumunun büyümesi ile  ucuz popüleritenin aydınlık ile karanlık arasına perde edilmesi... aydınlar ile cahil bırakılmışlar arasındaki iletişimin kopmuş olması… aynı mekanlarda apayrı gettolarda yaşamaları…
Bugün AKPnin oy deposu olarak düşünülen kırsallar, varoşlar ve de işçiler…. Bir dönem Deniz Gezmişlerin en büyük destekleriydi…  Mahir Çayanların koruyucularıydı... onları bağırlarına basanlardı…  hem de muhafazakar hükümetlerin varlıklarına, propogandalarına ve silahlı kolluk kuvvetlerinin tüm eziyetlerine karşı… 
Hadi o günler biraz eskidi… unutuldu diyelim… ama daha dünkü bile denilemeyecek kadar yeni olan Gezi parkı eylemleri hiç mi bir şey anlatamadı iktidar olma adayı bu partilerimize????
Yüksek okullara gitmeyenlerin.. hatta, hiç okullara gitmeyenlerin de anlama kabiliyetlerinin olduğunu???? yeter ki onları adam yerine koyarak anlatanlar olsun...   onları ötekileştirmek yerine....
Bu ülkenin başının esas belaları diplomalı cahiller... diplomalarla atlayamadıkları sosyal sınıflara para ile atlayabileceğini düşünerek kısa yoldan para bulmak adına haksız kazançlar peşine düşenler... ve ne yazık ki ellerindeki diplomalar sayesinde ulaşabiliyorlar bu tür kazançları elde edebilecekleri noktalara...
Okan Bayülgen sürekli olarak “sanatçılar kimseye örnek olmak zorunda değil” der… çok da doğru bir sözdür….
Ama;
çoğunluğun  popüler insanların  kıyafetlerini ve yaşam biçimlerini örnek aldıkları bir toplumda… popüler aydınlara  “örnek” olma görevi düşüyor… sanatçı… yazar… oyuncu… siaysetçi… hukukçu… mimar… mühendis… manken… artist.. aktör… iş adamı… her ne olursa olsun… her kim olursa olsun…
 ta ki… halkın ezici çoğunluğu
 “sanatçıları sanatçı” olarak kabul etmeyi algılayana kadar…
“parti başkanı” nı parti başkanı olarak görmeyi ve bizim adımıza tek başına milletvekillerinin kimler olacağına karar veremeyeceğini algılayana kadar…
“hükümetlerin geçici devletlerin kalıcı” olduğunu algılayana kadar…
“tüm hükümet üyelerinin.. tüm milletvekillerinin… tüm devlet memurlarının…. Tüm belediyelerin ve çalışanlarının maaşlarının ve harcamalarının tamamını vatandaşların ödediğini ve tüm harcamaları sorgulamaya hakları olduğunu” algılayana kadar….
“tüm devlet ihalelerinde ödenen ihale bedellerinin vatandaş tarafından karşılandığını” algılayana kadar…
“her hamili kart” alışverişinde birilerinin haklarının yenildiği algılanana kadar…
“hükümetin ve devletin görevlerinin tüm vatandaşlara eşit şekilde davranmak” olduğu algılanana kadar….
“hukukun üstünlüğü ilkesi” en başta hukukçular tarafından olmak üzere tüm vatandaşlar tarafından benimsenene kadar…
“bu ülkenin vatandaşı olan her bireyin birbiriyle tamamen aynı haklara sahip olduğu her vatandaş ve her devlet kurumu tarafından benimsenene kadar…
Bu ülkede seferberlik olmak zorunda… Vatandaş olmayı öğrenme seferberliği…
İstisnasız herkesin sorumluluğu var….
Bu sorumluluktan hiçbir vatandaş kaçamaz… aydınlar ve eğitmenler hiç mi hiç kaçamaz…
Vatandaşlık bilincini topyekün özümseyene kadar birbirimizi eğitme sorumluluğumuz var….
Her birimiz önce vatandaş olmayı öğrenmek ve benimsemek zorundayız ki…
Partilerimiz düzene girsin…kendi içlerinde demokrasiyi uygular olsunlar ki iktidar olunca da vatandaşlara demokrasiyi yaşatabilsinler...
Meclisimiz doğru çalışsın… Milletvekillerimiz Parti başkanlarına değil millete karşı sorumlu olduklarının bilinci ile çalışsınlar...…
Hükümetimiz “hükümet” olsun…  devletimizin saygınlığını ve refahını artırmak için çalışsınlar ve vatandaşa hesap vermeyi bilsinler…
Devletimiz “devlet” olsun…  kendi aileleri dahil tüm vatandaşların güven ve huzur içerisinde yaşayabilmesi için çalışsın…
Sanatçımız ‘sanatçı ‘ olabilsin….  Sanat eserleri ile güzelleştirsinler yaşamımızı…
Kadınımız ‘insan’ sayılsın…  ‘çocuklarımız’ değerli olsun yarınlarımızın aydınlıkları olsunlar… 
çoğunluğun azınlığı, güçlünün güçsüzü ezemediği, her vatandaşın anayasal haklarını eşit ve özgürce kullanabildiği bir ülkemiz olsun...
Bütün bunlar  bir gecede olup bitmez… süreç ister… hem de kısa olmayan bir süreç ister….ama kesinlikle gerçekleşir… her gün bir damla… birike birike….
Aksi takdirde biz hiç bir zaman ne Başbakan seçebiliriz.. ne Başkan.. ne Milletvekili.. ne Belediye Başkanı...
sadece  Padişahlardan birini  ve o bir padişahın tayin ettiği Divan üyelerini onayladığımızı oylarız... ötesini değil....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder