30 Mart 2014 tarihinde yerel seçimler yapıldı.... sonuçlar ortaya
çıktıkça, AKP'nin tüm şaibelere rağmen %43 lerde olduğu görülünce, oldukça
büyük bir kesim şaşırdı... sonuca inanmakta zorlandı...
ben de buna şaşırdım çünkü seçimlerdeki etkin olgunun “algı” yönetimi olduğu bilinen bir gerçektir…
AKP, 2002 yılında, eskimiş ve kendini yenileyemeyen partilerin
programları nedeniyle siyasi ve ekonomik yılgınlık içerisinde olan ülke
vatandaşlarını Özalvari bir şekilde ortada toplayan yeni umutlar veren
bir parti algılaması yaratarak kazandı.
AKP seçimlerden önce yaptığı saha çalışmalarını, seçimlerin sonrasında daha yoğun biçime sürdürdü….
AKPli kadınlar sahalarda erkeklerinden daha fazla çalıştılar... hiç durmadan imece usulu.... kırsallarda da... kentlerde de.... hiç durmadılar.... mesela yalnız yaşayan yaşlıların evlerine temizliğe gittiler, yemeklerini yaptılar....ihtiyaçlıların ihtiyaçlarına derman olmaya çalıştıklarına ikna ettiler nsanları.. kimi zaman bir paket makarna ile... kimi zaman bir torba kömür ile... ama hep oralarda dolaştılar... kimi zaman başkalarından bağış olarak topladıkları ikinci el giyecekleri eşyaları dağıtarak.... bıkmadan usanmadan... örgütlü bir biçimde.... ve örgütlerine hem sempati kazandırdılar… hem yeni üyeler kazandırdılar....
AKP'li ablalar/abiler maddi ve manevi sahip çıktılar
kırsallardan kentlere gelen öğrencilere.... yurtlarda.. üniversitelerde... ve
örgütlerine yeni ablalar/abiler kattılar....
AKP'liler, fazlasıyla eleştirdikleri masonlar gbi; kendilerinden olan iş adamlarından alışveriş yaptılar, kendilerinden olanların markalarını satın aldılar, kendilerinden olanlara iş alanları yarattılar, kendilerinden olanlara destek vermek adına daha uzaktaki markete yürüdüler… daha uzaktaki lokantaya gittiler… iş adamları kendilerinden olan matbaa sahiplerine iş vermek için direk aramak yerine daha pahalıya mal olacağını bile bile kendilerinden olan komisyoncuyu aradılar o da nasiplensin diye…
Bir nevi saadet zinciri kurdular birbirlerini kalkındırmak ve
destek olmak adına…
AKPliler organize örgütler halinde, erkekli kadınlı çoluklu çocuklu arı gibi çalıştılar ve bal teknesini azlı çoklu paylaştılar...
AKP liler kentlerde de, köylerde de hep sahadaydılar...
AKP tabanındakiler, “örgütleşme” olgusunun ne olduğunun bilincinde olmasalar da, cemaat ve kırsal kültür geleneklerinden gelmeleri nedeniyle AKP örgütünün geleneksel hiyerarşik yapısına çabuk adapte oldular ve elde ettikleri olanakları gördükçe birbirlerine daha fazla bağlandılar.
Bugün AKP örgütünün en üst yönetiminin ve üst yönetimlerinin ülkenin
geneli ve demokrasi adına ne yapıp yapmadığını tabandakiler umursamıyor...
Tıpkı;
İleride, daha da iyi duruma geleceği umudunu taşıyan ve bugün aldığı ücret ve çalışma şartlarından mutlu olan alt kadrolardaki bir işçi veya memurun;
O şirketin ülkeye katkılarının ne olup olmadığını,
O şirketn diğer şirketlerle olan rekabetini,
O şirketin kar edip etmediğini,
O şirketin teknolojisinin gelişip gelişmediğini,
O şirketin büyüme hızını ve biçimini,
O şirketin vergilerini tam ödeyip ödemediğini,
O şirketin üretim ve/ya hizmet düzeninin doğru işleyip
işlemediğini,
O şirketin satın alma sorumlusunun cebine komisyon indirerek
daha pahalı veya daha kalitesiz ürün satın alarak şirkete zarar verip
vermediğini,
O şirketin ürünlerinin kalitesinin beyanlara uyup uymadığını...
O şirketin haksız rekabet yapıp yapmadığını,
O şirketin insanların sağlıklarıyla oynayıp oynamadığını,
O şirketin ürünlerini maliyetlerinin çok üzerine satıp
satmadığını,
O şirketin genel müdürünün zimmetine para geçirip geçirmediğini,
O şirketin yöneticilerinin sermaye sahiplerinin güvenlerini kötüye
kullanıp kullanmadıklarını,
O şirketin yöneticilerinin brleri tarafından denetlenip
denetlenmediğini,
Arada bir gördüğünde kendisine iyi davranan Genel Müdürün ve
Müdürlerin performanslarının ne olduğunu....
umursamadığı gibi.....
umursamıyorlar…
şirket batana kadar da umursamayacaklar… şirketin batma ihtimalini bile düşünmeyecekler...
çünkü:
Recep Tayyip Erdoğan, 7 milyon 551 bin 472 elamanı olan AKP şirketinin genel müdürü gibi
hareket ediyor… onları başarıyla yönlendiriyor…
öyle aracı/sekreter falan da kullanmıyor .. açıyor telefonu… ‘Alo Fatih…’
deyiveriyor.…
Ve bu Genel
Müdür her fırsatta çalışanlarına diyor ki “siz benim için çok önemlisiniz…
sizin için ben dünyayı karşıma alırım”
arada bir
aklına esiyor evlerine giriyor onlarla sohbet ediyor…
hangi çalışan
işçi koskoca Genel Müdürü evinde ağırlamaktan mutlu olmaz….???? Evine kadar gelen koskoca Genel Müdür’ün
kendisini sevdiğine değer verdiğine inanmaz….
Arada bir
aklına esiyor, cami çıkışında simitçinin bütün simitlerini alıp oradakilere
dağıtıyor…. Simitlerini yerken sohbet ediyor…
Hangi çalışan
işçinin hoşuna gitmez Genel Müdürü ile böylesi bir durumu yaşamak…???
Bu Genel Müdür
…. Çok güçlü…. Öylesine güçlü ki…
koskoca askerlere diz çöktürdü….
Bu Genel Müdür
o kadar güçlü ki…. sevdiğini, güvendiğini ihya ediyor…
Bu Genel Müdür,
yakınlarına o kadar sadık ve güvenilir ki… yanlış bile yapsalar kendi
sevdiklerini sonuna kadar koruyor… asla onları yalnız bırakmıyor…. Kendisini
onlara kalkan yapıyor…. başkası olsa onları hemen kapının önüne koyardı...
"
BENİM BAKANLARIMI LEKELİYORLAR
Bir polis operasyona da gitse, operasyona girdiği büro veya evde külhanbeyi gibi oturup tespih sallayamaz. Bu benim polisime yakışmaz. Külhanbeylilik Türk polisine yakışmaz. İster yargı da ister yürütme de olsun bu yanlışı yapanlar cezalarını çekeceklerdir. Benim Bakan'larımı lekelemek isteyenlerin tuzaklarını benim halkım bozacaktır. CHP yolsuzluk istiyorsa kendine baksın. Mesele yolsuzluk değil, mesele yeni Türkiye meselesi.
Bir polis operasyona da gitse, operasyona girdiği büro veya evde külhanbeyi gibi oturup tespih sallayamaz. Bu benim polisime yakışmaz. Külhanbeylilik Türk polisine yakışmaz. İster yargı da ister yürütme de olsun bu yanlışı yapanlar cezalarını çekeceklerdir. Benim Bakan'larımı lekelemek isteyenlerin tuzaklarını benim halkım bozacaktır. CHP yolsuzluk istiyorsa kendine baksın. Mesele yolsuzluk değil, mesele yeni Türkiye meselesi.
"
Yıllarca
kendilerini küçük görerek dışlayanlara hiç korkmadan hadlerini bildiren bir
Genel Müdür….
Bu Genel Müdür
.. o kadar güçlü ki…. Rakiplerinin… düşmanlarının tüm saldırılarına rağmen o
dimdik ayakta duruyor ve silindir gibi ezip geçiyor onları….
Ona rakip
olabilecek kimse yok…. o yüzden ona iftiralar atıyorlar… kumpas kuruyorlar….
Ama o yine de direniyor… istifa edip yenilmek yerine savaşıyor ve kazanıyor….
Algı bu….
Ancak tüm
bunları yaparken “bilinçli” olarak dışladığı bir kesim vardı… bu kesimi böylesine aleni bir şekilde dışlayarak, kendi tabanını kendisine karşı etkileyebilecek kesim ile kendi tabanı arasına duvar örüyordu... dışladıklarını kışkırtıyordu... gelen tepkilerle de kendi tabanına "gördünüz mü haklıymışım değil mi?" diyerek daha bir kendi yanına çekiyordu...
ve ne yazık ki muhalefet de hep bu tuzağa düşerek onun elini güçlendirdi...
Diğer tarafta
muhalefet….
Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ilk partisi olan ana muhalefet partisi CHP’nin kayıtlı
üye sayısı 953bin 416…. Yani AKP üye sayısı CHPden 8 kat fazla…
Yıllardır
“elitler partisi” olarak algılandı….ülkenin tabanı ile
bütünleşmeyi beceremedi….
“rakı masası
devrimciliği” yaptı üyeleri… sahada çalışmadılar…
Anadolu.. Güneydoğu… Karadeniz… varoşlar…. ve CHP birbirlerine
yabancılaştılar…. Sahada çalışan
rakiplerinin anlattıkları biçimde tanındılar o yörelerde… sadece
televizyonlarda görünemiyor olmak… sadece gazetelerde haberleri yapılamıyor
olması değildi sorun…. sahalarda yoklardı…. Onların yanlarında yoklardı…. Her televizyon kanalında her gün boy
göstermiş olsalardı bile “ elit – üstün ” konuşmalarla yine sonuç
değişmezdi… sahalara inip de onlarla bir
arada olmadıktan sonra…onları değer verildiğini uygulamalarla göstermedikten
sonra… onlarla yüz yüze aynı dili
kullanarak kendini anlatamadıktan sonra… onların seni tanımalarını sana
güvenmelerini sağlamadıktan sonra… AKP yöneticilerinden den çok daha dürüst
yöneticilere sahip olmak, ülkeyi çok daha iyi yönetebilecek kadrolara sahip
olmak, halkın bütününü kapsayacak sosyal devlet plan ve uygulamaları ile halkın
bütünün daha güvenli ve daha refah içinde yaşabileceğini uzaktan anlatarak
sonuçlar değişmezdi…
Yılların MHPsi…
Türkiyenin en köklü partilerinden birisi olan MHP…. Üye sayısı sadece 363 bin
393…. muhafazakarlığına rağmen…. bir
türlü yaygınlaşamıyor… bir türlü sahalarda güven kazanamıyor…. soğuk savaş döneminin MHP eski militanları imajı ile dolaşan bazı başı
bozuklar yüzünden yeni MHP imajının algılanmasını gecikiyor...oysa MHP olumlu anlamda çok değişti… ama bu gerçeği anlatamadı çünkü sahalarda aktif değiller…
Kürt halkı
başta olmak üzere halkların
özgürlüklerini temsil ettiğini iddia eden HDP 15 milyon küsur kürt nüfusun olduğu Türkiye’de, Kürtlerin haklarını
savunduğu halde sadece 44 bin 156 üyeye sahip… HDP sahalardan hiç çıkmadı… hep orada ama yarattığı “algı” nedeniyle
yaygınlaşamıyor… Kürt Milliyetçiliği ve Özerk Kürt Eyaletleri söylemleri
yaygınlaşmasının önündeki en büyük engel… nasıl MHP yıllardır “kafatascı”
oldukları algısını yıkamadıysa…. HDP de aynı algı sorunu ile karşı karşıya…
Mecliste,
çoğunluğu elinde tutan AKP karşısında muhalefet partileri gerçekten çok çaba gösterdi… belki
de Cumhuriyet tarihinde ilk defa mecliste muhalefet partileri gerçekten çalıştı…
ezici çoğunluğun blok oylarına, davranışlarına, söylemlerine rağmen muhalefet
mecliste çok başarılı oldu…
Ama sokakta…
mahallelerde… köylerde… kentlerde…hiçbir sahada muhalefet partileri gerçek anlamda yoktu…
Maddi olanaklar
değildi buna engel… Gönüllü kadro
yaratamamaktı…
Sınırlı
sayıdaki sendikalarla diyalog geliştirememekti…
Sivil toplum
örgütleriyle diyalog geliştirememekti…
Muhalefet partilerinin
üyesi olmayıp destekleyenler yok muydu???
Çoookkk ama
onlar seyirci koltuğundaydı… onların çoğu geleneksel taraftarlardı… aktif
değillerdi… üyelik “aidiyet” getirir…
hele de üye olunan örgüt üyelerine sahip çıkıyorsa ve onlarda “biz” algısını
yaratabiliyorsa… ben o kadar çok CHP üye kartlı insan tanıyorum ki yıllardır
CHP merkezlerinden hiç birisine uğramamış olan…. seyirci koltuğunda oturup duran...
AKP sahalarda tek
bir muhalefet ile tanıştı ve hatta isimlerini de kendisi koydu: Çapulcular
Partisi
Gezi Parkı
direnişleri sayesinde AKP ilk defa sahada kaybetmekten ürktü….
AKP sadece ve
sadece Çapulculardan ürktü…
Tıpkı 80 öncesi hükümetlerinin Deniz Gezmişlerden ürktüğü gibi…
17 Aralıklar
falan AKP için sivrisinek vızıltısından öte değil….
Camiyi çalan kılıfını
hazırlar derler ya… Deniz Feneri olayından farklı değil ki 17 Aralık ve sonrası… kılıflarını yırtıp bunu değiştirebilecek tek unsur Gezi Ruhunun güçlenerek yaygınlaşmasıydı...
Ama,
17 aralıklarla ve ardından yağmur gibi gelen tapelerle yaratılan mağduriyet
algısı….bu kitlelerin üzerindeki Gezi Parkı eylemlerinin etkisini kaldırdı... hatta şaibeli hale getirdi....
Bir zafer
kazanırken mutlaka kurbanlar verilir…. cemaat kurban edildi... zaten de ihtiyaçları kalmamıştı artık cemaat kadrolarına ve onlardan kurtulmak için çalışmalara da başlamışlardı... her seçim döneminde olduğu gibi kurbanlar verildi... bir taşla birkaç kuş vurdular... cemaatten kurtuldular... cemaatten ödünç aldıkları kadroların yükünden ve olası baskılarından kurtuldular... paralel devlet bahanesi ile hukuk sistemini tamamen kendilerine bağladılar... gezi parkı olaylarını hafızalarda rafa kaldırtacak kadar hareketli gündemlerle tabanlarıyla ilişkilerini yenilediler... muhalefeti istedikleri mecraya çekerek seçimleri kazandılar... gezi parkı eylemleri ile cesaretlenen muhaliflerine iyi bir gözdağı verdiler...
Peki ya bundan
sonra….?????
Rakı Masalarında
devrim yaptığını sanarak hayali zaferler mi???
Sahalara inip
de hem tanımak hem tanınmak mı???
Oy ve Ötesi
gibi aktif olarak örgütlenmek mi?? Yoksa, nasılsa başkaları koşturuyor ben
hazıra konarım mı???
Bilgisayar
başında twitter ve facebook larda üç beş söz edip sonra kendi gettolarımıza
çekilmek mi??? Yoksa gettoları ortadan kaldırmaya çabalamak mı???
Direk veya
dolaylı olarak “Bu ülkenin büyük çoğunluğu aptal” diyerek ötekileştirmek
mi??? Birlikte aydınlanmak mı???
Benim
istediklerim yapılmıyor… veya…ben aslında şu statüye layıktım vermediler…
diyerek sürekli bölünüp… bölüne bölüne yok olmak mı???? Yoksa uzlaşa uzlaşa
birleşerek büyümek mi???
Sendikalar.. STKlar hepsi bilmem ne... şöyle düzgün çalışanı bulamıyorum ... diyerek uzak durmak mı... onların içinde yanlışlara karşı mücadele ederek çıkarcıların elinde sendikaların - STKların kirlenmesine engel olmak mı???
Esas mesele ne
seçimler… ne AKP olayı.. ne de diğer partiler olayı… bugün AKP gider bir kopyası gelir... değerlerin bu denli yozlaştığı bir ülkede "şaibe" uyandığında istifa etmek gibi onurlu bir davranış yaşanamaz... çünkü ortak değerler yitirildi yerine "benim doğrum geçerlidir" yerleşti...
Bu ülkenin
sorunu… uzlaşarak birlikte yaşama kültürünü geliştirememek… bu ülkenin sorunu
demokrasi kültürünü içselleştirememek... ülkenin sorunu hukukun üstünlüğünü
özümseyememek….
Bu ülkenin
sorunu… rantiyeciliğin benimsenmesi ile orta tabakanın ortadan kalkması sonucunda
zengin-fakir uçurumunun büyümesi ile ucuz popüleritenin
aydınlık ile karanlık arasına perde edilmesi... aydınlar ile cahil bırakılmışlar
arasındaki iletişimin kopmuş olması… aynı mekanlarda apayrı gettolarda
yaşamaları…
Bugün AKPnin oy
deposu olarak düşünülen kırsallar, varoşlar ve de işçiler…. Bir dönem Deniz
Gezmişlerin en büyük destekleriydi… Mahir Çayanların koruyucularıydı... onları bağırlarına basanlardı…
hem de muhafazakar hükümetlerin varlıklarına, propogandalarına ve silahlı kolluk kuvvetlerinin tüm eziyetlerine karşı…
Hadi o günler
biraz eskidi… unutuldu diyelim… ama daha dünkü bile denilemeyecek kadar yeni
olan Gezi parkı eylemleri hiç mi bir şey anlatamadı iktidar olma adayı bu partilerimize????
Yüksek okullara gitmeyenlerin.. hatta, hiç okullara gitmeyenlerin de anlama kabiliyetlerinin olduğunu???? yeter ki onları adam yerine koyarak anlatanlar olsun... onları ötekileştirmek yerine....
Bu ülkenin başının esas belaları diplomalı cahiller... diplomalarla atlayamadıkları sosyal sınıflara para ile atlayabileceğini düşünerek kısa yoldan para bulmak adına haksız kazançlar peşine düşenler... ve ne yazık ki ellerindeki diplomalar sayesinde ulaşabiliyorlar bu tür kazançları elde edebilecekleri noktalara...
Okan Bayülgen
sürekli olarak “sanatçılar kimseye örnek olmak zorunda değil” der… çok da doğru
bir sözdür….
Ama;
çoğunluğun popüler insanların kıyafetlerini ve yaşam biçimlerini örnek
aldıkları bir toplumda… popüler aydınlara “örnek” olma görevi düşüyor… sanatçı… yazar…
oyuncu… siaysetçi… hukukçu… mimar… mühendis… manken… artist.. aktör… iş adamı…
her ne olursa olsun… her kim olursa olsun…
ta ki… halkın ezici çoğunluğu
“sanatçıları sanatçı” olarak kabul etmeyi
algılayana kadar…
“parti başkanı”
nı parti başkanı olarak görmeyi ve bizim adımıza tek başına milletvekillerinin
kimler olacağına karar veremeyeceğini algılayana kadar…
“hükümetlerin
geçici devletlerin kalıcı” olduğunu algılayana kadar…
“tüm hükümet
üyelerinin.. tüm milletvekillerinin… tüm devlet memurlarının…. Tüm belediyelerin
ve çalışanlarının maaşlarının ve harcamalarının tamamını vatandaşların
ödediğini ve tüm harcamaları sorgulamaya hakları olduğunu” algılayana kadar….
“tüm devlet
ihalelerinde ödenen ihale bedellerinin vatandaş tarafından karşılandığını”
algılayana kadar…
“her hamili
kart” alışverişinde birilerinin haklarının yenildiği algılanana kadar…
“hükümetin ve
devletin görevlerinin tüm vatandaşlara eşit şekilde davranmak” olduğu
algılanana kadar….
“hukukun üstünlüğü
ilkesi” en başta hukukçular tarafından olmak üzere tüm vatandaşlar tarafından
benimsenene kadar…
“bu ülkenin
vatandaşı olan her bireyin birbiriyle tamamen aynı haklara sahip olduğu her
vatandaş ve her devlet kurumu tarafından benimsenene kadar…
Bu ülkede
seferberlik olmak zorunda… Vatandaş olmayı öğrenme seferberliği…
İstisnasız herkesin
sorumluluğu var….
Bu sorumluluktan
hiçbir vatandaş kaçamaz… aydınlar ve eğitmenler hiç mi hiç kaçamaz…
Vatandaşlık
bilincini topyekün özümseyene kadar birbirimizi eğitme sorumluluğumuz var….
Her birimiz önce
vatandaş olmayı öğrenmek ve benimsemek zorundayız ki…
Partilerimiz
düzene girsin…kendi içlerinde demokrasiyi uygular olsunlar ki iktidar olunca da vatandaşlara demokrasiyi yaşatabilsinler...
Meclisimiz doğru
çalışsın… Milletvekillerimiz Parti başkanlarına değil millete karşı sorumlu olduklarının bilinci ile çalışsınlar...…
Hükümetimiz “hükümet”
olsun… devletimizin saygınlığını ve
refahını artırmak için çalışsınlar ve vatandaşa hesap vermeyi bilsinler…
Devletimiz “devlet”
olsun… kendi aileleri dahil tüm
vatandaşların güven ve huzur içerisinde yaşayabilmesi için çalışsın…
Sanatçımız ‘sanatçı
‘ olabilsin…. Sanat eserleri ile
güzelleştirsinler yaşamımızı…
Kadınımız ‘insan’
sayılsın… ‘çocuklarımız’ değerli olsun yarınlarımızın
aydınlıkları olsunlar…
çoğunluğun azınlığı, güçlünün güçsüzü ezemediği, her vatandaşın anayasal haklarını eşit ve özgürce kullanabildiği bir ülkemiz olsun...
Bütün bunlar bir gecede olup bitmez… süreç ister… hem de
kısa olmayan bir süreç ister….ama kesinlikle gerçekleşir… her gün bir damla…
birike birike….
Aksi takdirde biz hiç bir zaman ne Başbakan seçebiliriz.. ne Başkan.. ne Milletvekili.. ne Belediye Başkanı...
sadece Padişahlardan birini ve o bir padişahın tayin ettiği Divan üyelerini onayladığımızı oylarız... ötesini değil....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder