23 Eyl 2013

İbrate-i Alem Çapulcu: Erdal Eren ve Kahraman Şehit: Zekeriya Önge





17 yaşında genç bir çocuk...   henüz terlemiş bıyıkları... henüz tanışmaya başlamış dünyada olup bitenlerle...  henüz başlamış sorgulamaya dünyayı...  özlemleri var daha güzel bir dünyaya.... kabullenemiyordu yaşadığı, gördüğü, duyduğu okuduğu haksızlıklara...   

Devletin görevi haksızlıklara engel olmak, acizleri korumak değil miydi? o zaman nasıl olup da devletin kendisi bazı vatandaşlarını kayırıp diğerlerini eziyordu?  bu ülkenin bağımsızlığı için atalarının kanları bu toprakları sulamamış mıydı? o zaman nasıl olup da ABD bu ülkede bu denli söz sahibi oluyordu?  neden bütün bunu yapıyorsun diye soranları neden vatan haini ilan ediyordu? sırf vatan haini mi ilan ediyordu? 

O sabah, Sinan Suner'in katledilişini protesto edeceklerdi kendisi gibi düşünenler... onlarla olacaktı... "yeter artık " demek için... "eşit haklar" demek için" ve "tam bağımsızlık" demek için...hayallerinin gerçek olacağı yarınları yaratmak için...sesini duyurmak için....

Kendisini tüm düşmanlardan ve kötülüklerden korumakla yükümlü olan devletinin ordusu sürülmüş üzerlerine... "dış mihrak kaynaklı" bu protestoyu durdurmak için...




Bir er var içlerinde.... adı Zekeriya Önge... askerliğin kutsallığına inanmış...  henüz terlemiş bıyıkları... bir an önce askerliğini bitirip ana ocağına, yarinin kollarına koşmak istiyor... hayalleri var  dolu dolu...  

O sabah komutanları emretmiş... "dış mihraklara" hizmet ederek ülkeyi yok etmeye çalışan o vatan haini çapulcuların seslerini kesmeye gidecekler...  gerçekten vatan hainleri mi bu insanlar?  diye sormak haddine bile değil... koskoca komutanlarından daha mı iyi bilecek? hem vatan haini olmasalar komünist olurlar mıydı? devlete isyan ederler miydi? devlet herşeyin en iyisini bilirdi..

Bir vatanın evlatları,her birisi and içmiş.... bir taraf ölümüne devletini ve vatanını korumaya kararlı... diğer taraf da ölümüne vatandaşlarının haklarını ve ülkenin bağımsızlığına korumaya kararlı.... her iki taraf da "şehit" olmaya hazır...   Birbirlerine saldırırlar... 

Erdal ile Zekeriya ... Birisinin elinde devletinin "öldür vatan hainini" diye eğiterek verdiği tüfek... diğerinin ellerinde, kullanmasını bile doğru dürüst bilmediği, kendisini koruması için eline tutuşturulmuş nereden bulunduğu belirsiz, ama birilerinin cebini zenginleştirmeye katkısı olmuş olan bir tabanca...  karşı karşıya gelirler... gözler henüz birbirlerine bakamadan Zekeriya yığılır olduğu yere... vatanını korumak adına, herşeyi en iyi bilen komutanlarının talimatı ile şehit oluverir oracıkta... üstelik de asla bilemeyecek kendisini şehit eden merminin sahibi kimdi?? çünkü  sırtından vurulmuştu....  ama bilirdi Zekeriya karşısında duran düşman ancak göğsünden vurabilirdi sırtından değil...  hayallerinin hepsi, inandıklarının tümü kapkara olmuştu artık....  bedeni toprak ana ile kucaklaşıp ona karışmadan daha göçüp gitmişti tüm yarınları....

Erdal şaşkın... biliyor o da gerçeği tıpkı Zekeriya gibi... ama kimse dinlemiyor onu...  

Zekeriya Önge'yi "öldürdüğü" ve dış mihrakların yönettiği  "vatan haini" olduğu için;
herşeyin yasalara uygun yapıldığını  "meşru" olduğunu iddia etmek adına, devlet tarafından,  resmi kayıtlar üzerinde yaşı büyültülerek, yıllar boyunca "vicdanlara göre" haklılığı ve "yasalara göre" geçerliliği tartışılacak olan, yargılamadan kalem kıran, jet hızlı bir "özel mahkeme" nin aldığı karar ile ibret-i alem için 17 yaşında idam edildi Erdal Eren....

Vatanını, "dış mihrakların yönettiği vatan hainlerinden" koruduğunu sanarken öldürülen Zekeriya ve "tam bağımsız bir Türkiye'de eşit haklarla yaşam" istediği için öldürülen Erdal.... okumayı bilenler için  tarih kitabının bir sayfasında iç içe geçmiş kanlarıyla silinmez bir not düştüler..:
"bizim kardeşliğimiz sizin çıkarlarınıza ters düştü diye bizi birbirimize düşürdünüz... oysa ikimizin de hayalleri aynıydı... kendi vatanımızda, özgürce özgürlüklerimizi yaşamak...  şimdi biz öldük ama kanlarımız ellerinizde... yıkamaya çalıştıkça çıkmayacak... bugün ellerinizdeki kanları "meşru"  gösterebilirsiniz... ama ya yarın? ya  günü geldiğinde Allah'ın huzurunda?"

Çok geçmeden, Erdal Eren efsane oldu tüm ülke vatandaşlarının vicdanlarında... adaletsizliğin öylesine acı bir simgesi oldu ki... siyasiler "adalet" vaat ederken" Erdal'a yapılan adaletsizliği gözyaşlarıyla andılar meydanlarda....

Zekeriya,  unutuldu bile devlet baba tarafından.... kayıtlardaki sayısız kayıplardan bir tanesi sadece... tıpkı zayi malzemeler gibi...  anası-babası-sevdası hatırlayacaktı sadece tıpkı diğer sayısız şehitler gibi... eğer Erdal efsane olmasaydı....

Çapulcu Erdal Eren ve şehit Zekeriya Önge... iktidarların, kendi otoritelerini korumak adına yuttukları,  dünlerini-bugünlerini ve yarınlarını aldıkları, efsane olmuş veya unutulmuş sayısız kardeşlerden sadece iki tanesiydi....   

Silahsız ve savunmasız başlayan protestoları, devletin silahlı ve tanklı gücüyle sindirilmesi harekatı ile tırmandırıp sonra da 17 yaşındaki gençlerin ellerine silah verip "sen vatanı koruyacaksın"  "sen vatan hainisin"...  diyerek birbirine öldürten, vatanları-milliyetleri-dinleri-insanlıkları-vicdanları kendi çıkarları ve kendi güçleri ile sınırlı olanların, kurbanlarından sadece iki tanesi....

Erdal'ın  bir gazetede okuyup beğendiği için annesine de gönderdiği mektup belki de en güzel cevaplardan bir tanesi bu çıkar çevrelerine...

“10 - 4 - 1980
Perşembe.
Sevgili Anneciğim!...
Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi’nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Mektup şöyle:

Ana!...
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor. Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken. Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.


Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. 

Ellerinizden öperim.
Erdal” 

(Erdal'ın mektubu alıntıdır. kaynak: http://www.evrensel.net/news.php?id=19369)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder