9 Şub 2012

bazı anılar vardır ki..


İnsanın her geride bıraktığı yıllar, günler hatta anlar anılarla doludur… Bunların hepsinin  bilinçaltımızda depolandığını söylüyor bilim insanları. Gördüğümüzü, duyduğumuzu fark bile etmediğimiz detaylar hep orada dururmuş..  Hiç hatırlamadığımızı sandığımız anılar bile orada öylece dururmuş..

Bazı anılarımız vardır ki onları her türlü hatırlarız, bilinçaltı denilen depoda belki daha fazla detayı vardır ama bilincimiz de çok net hatırlar.. hep hatırlarız.. Hatırladığımızın da hep farkında oluruz. Kimisini mutlulukla hatırlarız, unutmak istemeyiz.. ve defalarca anlatırız  her önümüze gelene..bazen karşımızdaki ‘anlatmıştın daha önce’ diye uyarma gereği bile duyar....


Kimisi ise içimizi acıtır ama yine de unutmak istemeyiz.. çoğu kez kendimizdeki anıları diri tutabilmek için içimizi kanata kanata anlatırız çevremizdekilere....  

Kimileri ise öfke doludur.. kin doludur..yıllar sonra bile anımsarken, bir başkasıyla paylaşırken bile sanki dünmüş gibi öfkemizi-kinimizi besleriz..

Kimi anılarımız vardır ki.. haykırmak isteriz tüm dünyaya.. o kadar acıtır- ağır gelir içimizde saklamak ama iter dururuz onları derinlere karanlıklara doğru..  Biliriz ki susmak gerek.. Açığa çıkmasına izin vermek daha çok acıtacak..  Unutmak isteriz ama unutamayız.. İçin için savaşır dururuz unutmak için.. yer bizi..tüketir bizi.. ama bir türlü unutturmaz kendini.. 

Kaçarız sürekli.. yüreğimizin, beynimizin derinlerinden yüzeye fırlamasına sebep olabilecek her şeyden kaçarız..hatırlamamak için..  bazı insanlardan..sokaklardan.. mekanlardan… konu başlıklarından.. çiçeklerden… şairlerden.. yazarlardan.... renklerden.. belki gün batımlarından…belki de çay içtiğimiz bardağın biçiminden.. belki sahildeki bir martının çığlığından.. belki de bir  bahçenin demir parmaklıklı kapısından.. belki bir evin yeşil panjurundan.. belki bir hastane odasındaki yataktan..  

Belki başka diyarlara atarız kendimizi.. bambaşka.. yepyeni bir yaşamla unutmak isteriz..Belki kısa bir süre de unutur gibi oluruz..  Derken tek bir söz..tek bir bakış..tek bir nağme, bir arkadaşın bir hediyesi…yoldan geçen birinin kokusu.. bir kafedeki garsonun bir sözü..bir gazetedeki bir haber…bir blogdaşının bir postu.. bir bakmışsın ki unutamamışsın.. kaçamamışsın.. hep yüzeyde.. hep taze.. dün gibi eski bile değil.. yaşadığın an kadar yeni… asla geçmişte  bırakamadığını bilmem kaçıncı sayısız kez anlıyorsun….

Yarım kalmış.. tamamlanmamış.. miadını doldurmamış..tükenmemiş.. hesabı kapatılamamış… faturası kesilememiş.. bedeli ödenememiş… büyük bir ağırlık.. büyük bir yük..  öfke yok .. kin de yok.. pişmanlık da yok..özlem de yok…. O duygular körelmiş… anlamsızlaşmış.. biliyorsun o duyguların gücü yetersiz yaşanmışları değiştirmeye.. törpülemişsin.. yok onlar bu anılarda.. sadece üzerinden atmak istediğin bir ağırlık var… ama atabilmenin de  olanaksız olduğunu bildiğin bir ağırlık… seni yaşından fazla ihtiyarlatmış.. seni normal limitlerin ötesine taşımış her bakımdan…

Öylesine standartların ötesine atmış ki seni… çevrendekilere sinir krizi geçirten.. sabahtan akşama huzursuz eden .. ağlatıp sızlatan şeyler senin için  problem bile değil.. hatta kıskanıyorsun onların problemlerini..  başkalarının korktukları şeyler seni ürkütmüyor bile.. başkalarının feryat ettikleri acılarda sen sakin duruyorsun.. ve çevrendeki herkes sanıyor ki senin sorunun yok.. çevrendeki herkes sanıyor ki sen aldırmıyorsun onlara.. seni duygusuzlukla, umursamazlıkla suçluyorlar..
Oysa anlatılabilecek kısmını anlattığında anılarının, yalancılıkla veya hayal gücünün genişliği ile suçlanıyorsun.. Bilmiyorlar ki onlarınkilerden daha gerçek..abartı olmadığı gibi gerçeğin çok minicik bir parçası onlarla paylaşılan..onların  tecrübe ve bilgilerine en yakın olan kısmı..

Susuyorsun.. içinde tutuyorsun.. o yükle yaşıyorsun her nefesinde.. asla beceremiyorsun çevrendeki en sevdiklerinle bile kendini paylaşmayı.. uzak düşüyorsun kilometrelerce yanıbaşında oturup seninle konuştuğunu sanandan.. sen onları tanıyorsun.. kendilerinden  çok daha iyi tanıyorsun.. ama onlar seni tanıdıklarını sanıyorlar..   susup dinliyorsun onları..  dinlemesen .. susmasan ne yapabilirsin ki.. 

Belki bir gün dersin.. bir gün.. benim de konuşabileceğim çıkar diye beklersin.. tanırsın duruşundan.. o da senin gibi.. bilirsiniz birbirinizi.. ama yine konuşamazsınız.. her şeye rağmen konuşamazsınız.. sanki konuşunca tekrar yaşanacak gibi gelir.. acılar çoğalacak gibi gelir.. çünkü ikiniz de bilirsiniz kendi yaşadığınızdan beteri olduğunu ve korkarsınız karşınızdakinin daha beterini dile getirmesinden… belki bir çay içersiniz.. belki havadan sudan kısa cümleler kurulan sohbetlerle yetinirsiniz.. sık görüşmek istemezsiniz.. ama bilmek istersiniz onun var olduğunu.. anılarınızın gizli şahididir o..ve onun gibiler..size kendinizin gerçek olduğunu hissettiren.. sizin tek olmadığınızı hissettiren.. mühürlenmiş dillere rağmen..




10 yorum:

  1. tamamını açıklamasa da anılarla ilişkimizi
    bir sebebei de bence
    gün güçsüzlüğüdür
    yaşıyor olduğumuz gün yani şimdiki zaman dilimi
    içimizde iyi yada kötü mutluluk yada mutsuzluk üzerine çok güçlü cümlelerle bir duyguyu anlatıp yaşatmıyorsa bize
    dünün fısıltıları ve dünün yaşanmışlıklarının sesleri kalıyor bir tek içimizde işitilecek galiba...

    YanıtlaSil
  2. "...başkalarının korktukları şeyler seni ürkütmüyor bile...başkalarının feryat ettikleri acılarda sen sakin duruyorsun...ve çevrendeki herkes sanıyor ki senin sorunun yok..."

    bu ifaden o kadar çok şey anlatıyor ki benim için...çünkü benim hakkımda çevremdeki kimi insanların düşüncelerini anlatmışsın tam olarak

    ziyaretime gelen tüm arkadaşlarımı gülerek karşıladığımdan işyerinde birgün bir arkadaşım "oh ne güzel...hayat senin hayatın...gam yok tasa yok" demişti...o sıra odada olan bir diğer arkadaşım "nereden biliyorsun ki...herkesin kendine göre sorunu, üzüntüsü vardır" diye cevap vermişti ben birşey demeden...diğeri ise "baksana sürekli mutlu görünüyor, yiyip içip geziyor" demişti...onlar konuşurken bense birkaç hafta önce kaybettiğim bebeğimin görüntülerine bakıyordum hafızamdan çıkarıp çıkarıp :(

    dinleyen ve danışılan biri olarak hemen hemen hiç bahsetmem kendimle ilgili şeylerden...bundan dolayı da ketum olarak adlandırılırım hep

    aslında ketumluğumdan değil ki bu...anlayacağını düşündüğüm birilerinin olmamasından belki de...ya da ben kendi içimde yaşayıp halletmeyi tercih ettiğimden...hatta birilerini üzmek istemeyişimden belki de...

    hepimiz...tüm insanlar bir garip işte...

    YanıtlaSil
  3. safak@ haklısın aslında.. yaşanan an'daki güçlü duygu dünkü duygunun baskınlığını engelleyebilir hani derler ya çivi çiviyi söker diye.. ama inan bazı anılar her şekilde kalıcı oluyor ötekiler üzerine ekleniyor ..

    YanıtlaSil
  4. aynur(küçük hala)@ insanın yaşadığı acı tecrübeler onu güçlendiriyor ve aynı acıyı yaşamamış olanların onu anlayabilmesi de doğal olarak mümkün olmuyor. anlatamamak da bu yüzden bence.. anlattığında kalıplar içinde gelecek söz veya davranışlar aslında hiç bir şey ifade etmeyeceğinden bir nevi kendini koruma kalkanı geliştirmek oluyor susmak.. ketum olmak da değil bu suskunluk ama anlatamayacağına göre anlamayacaklarına göre fark etmiyor nasıl adlandırdıkları da.. içinde halletmek ise aslında içinde yaşar tutmak o anıyı. başkalarının anlamak yerine üzülceklerini bilmek zaten sus ediyor çoğu kez.. hem onları üzmemek hem anılarınla yaşamanı bitiremeyeceklerini bilmden anılarını silmek için çabalara girip rahatsız etmeleri... insan gerçekten çok karmaşık ama çok da güçlü..

    YanıtlaSil
  5. İnsan yaşamı boyunca ne kadar acıyla yüzyüze gelirse o kadar olgunlaşıyor ve büyüyor. Zaman geliyor aynı acıları yaşayanları anlıyor ama kendi üzüntüsünü ve acısını içinden atmasına yetmediği için tepkilerinde duyarsızmış gibi görünebiliyor. İnsan hayatının bir dönemini ve bir süreliğini elinden alan gerçeklerin üstesinden gelmek de pek kolay olmuyor. Kabul ettiğin ve zihninin bir köşesinde ötelenerek kalan bu acılar, gün geliyor herhangi bir ses ve görüntü ile tetiklenerek tekrar gün yüzüne çıkıyorlar. Seni orada olduğun hakikatinden ayırmadan bir anda sanki tekrar yaşıyor buluyorsun kendini. Bu duyguların en fazla yapmasına izin verileni, hatırlandıkça duygulandırması ve yaşamın içinde seni sen yapan anılar olması şeklinde olması. Vicdanımız ne kadar ağırlık kaldırırsa, yükümüzün o kadar hafifleyeceğini düşünürsek, yaşamımızın acı ve tatlı olaylarla örülüyor olmasından yola çıkarak, çektiğimiz acılarla da ağırlaşacağını göz ardı edemiyoruz.

    YanıtlaSil
  6. çok doğrusun.. ve bunlarla yaşayıp gidiyorsun..

    YanıtlaSil
  7. çok güzel bir yazı..Bu yazıyı okumak gam ve keder verdi. Hissettiğim acı tatlı ne varsa yeniden canlandı.. Arada iyi geliyor..

    YanıtlaSil
  8. acı anıları değil tatlı anıları canlandırmak isterdim ama bu yazı benim bazı anılarımı canlandıran blog arkadaşımız ambivalans'ın bir postunun sonucu çıktı.. bir tür boşalmaydı.. beğendiysen mutluyum şimdi..

    YanıtlaSil
  9. sakladığın günler olur içinde
    üzülürsün ama kimseye diyemezsin
    sevinçle çoştuğun günler olur yüreğinde
    başkalarına anlatmaya çekinirsin
    üzüntüden kahrolduğun günler olur yüreğinde
    yüzün güler ama için bir şelale gibi çağlar
    günler günlere benzemez ama
    bir bakmışsın ki geride kalanlar yüreğini eskisi gibi acıtmaz
    ama dediğin gibi bir bakış,bir söz
    götür seni yine aynı noktaya.
    yüreğine ,duygularına sağlık çok güzel bir yazı........

    YanıtlaSil
  10. beğendiysen ne mutlu bana.. ve böylesi güzel şiirsel yorumun için de çok teşekkürler..

    YanıtlaSil