9 Ara 2011

Değişen Yaftalar...Değişen yaşamlar..Değişmeyen gerçekler..


Sanayicinin oğlu, tekstilcinin kızı, falancazadelerin gelini, filancazadelerin damadı, çöpçünün çocuğu, başkanın kızı, bakkalın oğlu, katilin oğlu..hırsızın kızı..teröristin çocuğu, falancanın… …v.s….v.s…yaftalara bakılırdı yaftanın arkasındaki bireyin gerçek kimliğine bakılmadan….

Daha ilk çocukluk yıllarında ailelerimizin bize uygun arkadaşların kimler olabileceğini anlatırken bu tanımlamalarla bizi işlemeye başlardı..babasının ünlü bir sanayici olması her nedense oğlunun uygun bir arkadaş olduğu varsayımına yol açarken babası katil olan çocuk kesinlikle arkadaşlığa uygun değildi.Tam tersi olabileceği hiç akla gelmezdi.. Öğretmenler bile bu önyargıdan kurtaramazlardı yakalarını. Kimin yaptığı bilinmeyen bir olayda öğretmen veya ailelerin gözünde ilk zanlılar sabıkalıların, statüsü düşük ailelerin çocuklarıydı. Onların üzerine oldukça sert gidilir ve tesadüfen suçlunun onlardan biri olmayıp da falancazadelerin çocuğu olduğu ortaya çıktığında ise ‘çocuğun düzeltilebilir bir sorunu’ olduğundan hata yaptığı varsayımı gündeme geldiği gibi ailesine yansıtmakta bile tereddüt edilirdi...Acımasızca haksız yere suçlananın içine tohumları düşerdi, kendisini suçlayanlara ve suçlu olduğuna inanılamayan suçluya duyulan öfkenin, üstün statüye duyulan kıskançlığın ve bir gün daha güçlü olma hırsının…ya da her zaman ezilen olacağının bilincinin…. İşlediği suçun ailesini utandırdığı söylenirken suçluya, ya hiçbir zaman kendisi olamayacağı gerçeği ya da ne yaparsa yapsın kendisinin cezalandırılamayacağı güveni yüklenirdi o minik omuzlara…

Bu önyargılarla yaşam sürüp giderdi…. İlk gençlik yılları çok daha acımasız vururdu..sonra gençlik yıllarında…iş ararken…sevdiğinin ailesi ile ilişkiye geçince..hayata tutunmaya çalıştıkça hep babaların-annelerin yaftaları gencin önüne çıkartılırdı…..gencin kendi kişiliği hep bu yaftalar altında ezilirdi..

Yaftalanmış baba veya anneye veya her ikisine de duyulan sevgiyle ölesiye çatışan bir öfke birikimi oluşurdu ki…. gencecik fidanlar öylesine bir yengisiz savaşın içine doğru itildi ki..öylesine çaresiz bırakıldı ki..’hırs’ her şeyin önüne geçti…; ya o da baba veya annesi gibi daha üst derecede yaftalanmayı tercih edecekti, ya da kendi yolunu çizip öyle bir statü sahibi olacaktı ki kimse anne veya babasının yaftasını hatırlatmaya – giydirmeye cesaret edemeyecekti..her iki alternatifte de her yol mübahtı. Ama onlar asla diğerleri gibi kaderlerini kabul ederek koyun gibi yaşamayacaklardı. Kendileri ailelerinden miras yaftalardan daha güçlü yaftalara sahip olacaklardı. Koyunları güdenler olacaklardı, kendilerine bir türlü ezen her türlü güçten daha güçlü olacaklardı..Gerektiğinde ortak düşmana karşı birleşip onu ortadan kaldırdıktan sonra yeniden birbirleriyle güç yarışına gireceklerdi…

Böylelikle, her şekilde ‘sevgi’ süreç içerisinde insanoğlundan uzaklaştı...çünkü  insanoğlu sevdiği her zaman üzüldüğünü ve ‘’sevginin’’  hırs ve güç savaşının düşmanı olduğunu öğrendi.... Ve insanoğlu, artık kendisini bile  sevmeyi unuttu...

Aslında herkes her dönemde  için için bildi, çocuklar hep aynıdır ailelerinin statüsü ne olursa olsun..hepsi melek doğar ve içinde oldukları küçük büyük toplumların  hamurlarına kattıkları ile yoğrulurlar. Bütün çocukların bir türlü haşarılıkları vardır…babaları kim olursa olsun..anneleri kim olursa olsun…bütün gençler hata yapar…bütün yetişkinler de hem hata yapar hem de  yanlışlar yaparlar.

Büyüklerinin yaftalarını o masum küçük omuzlara yükleyerek duygusal canavarlar veya duygusal köleler yetiştirmek de büyüklerin bağışlanmaz yanlışları oldu.

Deniz kıyısında dolaşırken bulup da birer birer cebimize attığımız çakıl taşlarının belli bir miktardan sonra ağır gelip cebimizi yırtması gibi ‘ego’ su gelişmiş duygusal canavarların çoğunluk olduğu günümüze taşıdı bizi.  ‘mutluluk’ ve ‘sevgi’ kavramları anlam değiştirip, duygu olmaktan çıkıp satın alınabilecek öğeler haline geldi..İnsanlar kalabalıklarda yalnız kaldılar..

Günümüz insanı kapısını kilitlemeden, güvenlik alarmını kurmadan evinden çıkmıyor, yatağına yatmıyor…zil çaldığında kimse kapısını kimin geldiğini öğrenmeden açmıyor, kimse gittiği bir yerde çantasını gözünün önünden ayırmıyor..kimse eşine güvenmiyor, hiçbir patron müdürlerine, elemanlarına güvenmiyor, elemanlar üstlerine güvenmiyor, hiçbir dükkan sahibi müşterisine güvenmiyor, hiçbir müşteri dükkan sahibine güvenmiyor, devlet vatandaşına güvenmiyor, vatandaş devletine güvenmiyor….güvenmiyor da güvenemiyor da....Toplu bir paranoya var ortalıkta…herkes her şekilde güvenilmez…Güvenmekten korkar oldu insanoğlu ve haklı da çünkü, bugün gelinen noktada, güvendiği anda başına gelmedik kalmıyor..

İnsanoğlu, artık, güvencede olabilmek adına kendi parasıyla yaptırdığı yüksek duvarlar, çelik kapılar ardına inşa ettiği lüks hapishanelerde saklanıyor.

Bugünün gençliği doğayı korumak, hayvanları korumak adına çok hassaslar çünkü doğanın tükenmesinin sonuçlarını biliyorlar..ama ne yazık ki…kaç tanesi çocukluğunda ağaçlara tırmanıp da elleriyle dalından koparttığı armudu, inciri, elmayı yeme zevkine erişti…kaç tanesi kendi bahçesine bir çiçek dikmenin büyütmenin zevkini yaşadı…kaç tanesi doğal ortamda  yetişmiş mis gibi kokan domatesin üzerine tuz serpip elma gibi ısırarak yedi, komşu bahçelerden körpe salatalık çaldı, kaç tanesi kırlarda uçurtma uçurtmak için koşturdu, papatyalar topladı, kaç tanesi portakal mevsimini, çilek mevsimini rüyalarında hayal ederek bekledi…kaç tanesi mevsimin ilk karpuzu eve geldiğinde kesilmesini mutfakta otağ kurarak bekledi…Kaç tanesi evin bahçesinde ilk leylak, erguvan açtığında çığlıklar atarak annesine ‘aaaaçtııııııı’ diye koşturdu ve kaçının annesi koşturup da sevinçle geldi..Kaç tanesi karıncalarla, solucanlarla, kurbağalarla iç içe yaşadı...kaçı inek sağılırken başında bekledi...kaçı odasının duvarlarının ve kapalı kapısının içinden, başında sabahladığı bilgisayar ekranından, suni yapım çocuk parklarından  uzaklaşıp gerçekten doğayı yaşadı.. doğanın özgürlüğünü içine doyasıya çekip dizlerinde yaralarla eve geldi..

Bugünün çocuk ve gençlerinden hiç birisi,  babasının kendisine alacağı bir oyuncak için geceler boyu dua edip pencere camına yapışıp babasının yolunu beklemeyi bilemedi… komşu teyzenin kapısına dikilip ıspanaklı böreğin pişmesini beklemenin, komşu teyzeden börek isteyebilmenin keyfini bilemedi. Bayramlarda, bayram şekeri – bayram harçlığı için dolaşarak kapısını sabahın köründe korkmadan çalabileceği komşularının varlığının keyfini hiç yaşamadı....Anneleri hiç gönderemedi komşuya bir baş soğan ödünç almak için..babaları hiç bakkal defterine yazdırarak alışveriş yapmaya gönderemedi onları…Onlar hiç yaşamadı ki aile, arkadaş, komşu dayanışmasını…onlar hiç bilmediler ki evlenirken eksik olan perdelerini, koltuklarını hoş gören komşuların varlığını, onlar hiç karşılaşmadılar ki yeni evlenene senetsiz sepetsiz eşya veren mobilya mağazalarıyla, onlar hiç tanımadılar ki faiz hesabı yapmadan güvnce aramadan borç veren komşu amcayı, onlar hiç tanımadı evde kimse olmayınca karnını doyuran komşu teyzenin yeni gelininin elinden yenen yemeğin keyfini, komşunun gelinine duyulan merak ve hayranlığı..onlar hiç  tanımadı yaramazlık yapınca kulağını çeken karşıdaki manav amcayı, kıyafetlerini izinsiz giyebildiği kuzenleri hiç olmadı…
Ama , kredi kartını ödemezse gelecek icra memurunu daha karşılaşmadan tanıdılar, ondan korkmayı öğrendiler… daha ucuza çalışacak birisi olduğunda kendisini işten çıkartacak yöneticisini, patronunu tanıdı, o yüzden nefret etti potansiyel rakiplerinden, kabul etmek zorunda kaldı modern köleliği.Yıllarca hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışmayı kabullendi kimi zaman zam bile almadan… Evine girip kendisine saldıran hırsızı görüp de polisi aramaya bile yanaşmayan, asansörde selam vermeyen komşuyu tanıdı. Evindeki, sofrasındaki eksiği dillendiren misafirleri tanıdı. Kendisinin iyi taraflarını yok sayıp kötüleyen  kuzenleri tanıdı, Kredi kartı veya parası olmazsa bir ekmek dahi vermeyen marketleri biliyorlar sadece. Borç verdiğinde kaybolan arkadaşları tanıyorlar..Daha fazla çıkar için borç verip sonra da tehdit eden dostları biliyorlar..Yeterli mal varlığı olmadığında kredi vermeyen bankaları biliyorlar…Güzel fikirlerini çalıp da kendilerini kapının önüne çulsuz koyan iş adamlarını tanıyorlar…Diplomaların parayla nasıl satın alındığını , torpille işe girilebildiğini biliyorlar. Parayla her türlü izin ve lisansın çıkartılarak köşe dönülebileceğini biliyorlar. Tüm dünyanın karşı durduğu uyuşturucu tacirlerinin, yine herkes tarafından kim oldukları bilindiği halde özgürce dolaştıklarını ve de elit tabaka sayıldıklarını biliyorlar.. Kardeşin kardeşi,ortağın ortağı daha fazla para gücü için sattıklarını biliyorlar....Dün kendisine deliler gibi aşık olan sevdiğinin taleplerini karşılayamayınca arkasına bakmadan gidişini biliyor..Kendi çocuğunun saygısının ancak maddi olanaklarının elverdiği kadar olduğunu anlıyor.. Ve kendilerini de böyle bir yaşam biçimi içerisinde konumlandırıyorlar ister istemez.. Bu yaşamın bir parçası onlar..

Artık yaftalar değişti..….çocuklarının zengin çocukları ile arkadaş olmalarını istiyorlar, yine babalarının gerçekte kim olduklarına bakmadan, zengin gençlerle evlenmelerini arzu ediyorlar eşinin gerçekte  kim olduğunu umursamadan, babalar son model arabalar hediye ediyorlar arkadaşlarının yaftaları ezmesin çocuklarını diye, gerekirse banka kredileri kullanarak..

Amma dün de bugün de hiç ama hiç bakılmıyor yafta ardındaki ‘insan’a …

‘İnsan’’ı insan yaptığı söylenen kavramlar hep masal olarak yaşıyor, efsane olarak yaşıyor, başkalarının önünde  egoları cilalamak adına kullanılan ama özelde hatırlanmayan boş sözler olarak kalıyor…

Ama ‘sevgi’ dolu insanca yaşama özlem o kadar büyük ki halen bu masalı anlatan romanlar, filmler, şarkılar en iyi satanlar..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder